Piyasalar

Türkler Latin harflerini kime borçlu?

Punto:

Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir “âh!”

Mehmed Âkif

Zaman zaman böylelerine rastlıyorum; adam durup dururken çiğnene çiğnene sakızlaşmış bir bahis açıyor, konuşuyor da konuşuyor. Onun ortaya attığı mevzuda bilgiye, delile dayanan yazılarımız var; onların üzerine bina ettiğimiz görüşlerimiz var. Öyleyse? Ha, demek ki bu zat bizi irşad etmek istiyor!

Bu defaki “mürşid” mevzuyu Latin harflerine getirdi…

Latin harflerine geçmeseydik, halimiz dumandı! Cehalet deryasında yüzüyor olacaktık. Onun sayesinde okur yazarlığımız fevkalade artmıştı.

“Okur yazarlık artışının alfabe ile ilişkisi kurulabilir ama hiçbir alfabeden mucizevî bir sonuç beklenemez” dedim. Anlar gibi bir hâli yoktu,“Senin öğretici kadron mevcut değilse, teşkilatın, okulun-binan yoksa, okur yazarlık oranını istediğin gibi yükseltemezsin.”  

Bu altyapın varsa, alfabe şu olmuş bu olmuş pek fark etmez. Kaldı ki Gaspıralı İsmail “Arap harfleri” ile bir buçuk ayda okuma öğrenilebileceğini 1880’lerde isbat etmişti. Onun öğretim tarzı, “Usûl-i Cedid” zamanında bütün Türk dünyasına yayılmıştı.

“Mürşid” bir köpürdü ki, görmeliydiniz. Cumhuriyet Latin harfleriyle okur yazar oranını yükseltmeyi başarmıştı. Bu ancak böyle olabilirdi, başka bir ihtimal sözkonusu bile olamazdı! Gerici iktidarlar zamanında bu konuda da geriye gidilmişti. Bu iddianın temelinde Mustafa Kemal’in Sarayburnu’nda yaptığı üç beş yıl içinde herkesin okur yazar oluvereceği yönündeki meşhur konuşması vardır.

Ona Atatürk’ün öldüğü sene okur yazar oranının her türlü şişirmeye rağmen yüzde 20 civarında olduğunu, tek partili dönemin sonunda, yani 1950’de, yüzde 33’e kadar çıktığını, demokrat parti devrinin sonunda da yüzde 40’a yaklaştığını, 1980’de %66’ya ulaştığını söyledim.

Türkiye’nin okur yazarlıkta yüzde yüze ancak son on beş yılda, yani mevcut iktidar döneminde yaklaştığını, 2000’de % 87 olan oranın günümüzde 97’ye ulaştığını söylemem de onu fena halde rahatsız etti. Daha rahatsız edici bir şey söyledim: İran alfabesini değiştirmedi, ki Arap alfabesidir, okur yazarlıkta bizden geri değil. İran’da Okur yazarlık 2020’de yüzde 96 idi! Birkaç Arap ülkesinde okur yazarlık oranlarını hatırlattım: Ürdün’de yüzde 98, Suudi Arabistan’da 95, Maldivler’de 97!

Buna rağmen beni dinlemek niyetinde değil, bildiğini okumaya, Latin harflerinin faziletlerini yüksek sesle anlatmaya devam ediyor. Bu defa, hadi Latin harflerini kullanan bazı ülkelerde okur yazarlık oranına bakalım dedim: Togo % 57,1; Haiti 48,7; Benin 42,4; Sierra Leone 42,1; Gine 41; Mali 31; Nijer 28,7; Burkino Faso 28,7…

Alfabe ile okur yazarlık nisbeti arasında ilişki kurmak hurafevî bir iddiadır ve bize mahsustur. Zor alfabe-kolay alfabe ayrımının fiiliyatta hiçbir karşılığı yoktur. Japonlar Çin yazısından esinlenerek üç kademeli bir alfabe oluşturmuşlardır: Kanji denilen çince karakterler, çince karakterlerden uyarlanan iki hece yazısı hiragana ve katakana…Bunların öğrenilmesi fevkalade zor, fakat okur yazarlık oranları yüzde 99!

Koreliler tarih boyunca hanja adı verilen Çin yazı karakterlerini kullanmışlar. Günümüzde çince karakterlerden hareketle yapılan ve ağzın-dilin aldığı biçime göre şekillendirilen hangul kullanılmakta imiş. Güney Kore'de çocuklara hâlen 1800 adet çince karakter öğretiliyormuş. Bu ülkede okur yazarlık oranı hayli zamandır yüzde yüz!

Dedim ya, beni dinlediği yok!

Bahis, bizi Latin harflerine geçirerek cehaletten kurtaran Atatürk’e geldi. Zaten oraya gelmesi gerekiyordu! “Bütün Türkler ona minnettardır” dedi. Bütün Türkler deyince Türkiye dışındaki Türk topluluklarını da kastediyordu. Onların Latin harflerine geçişi hakkında hiçbir bilgisinin olmadığı anlaşılıyordu.

“Ama Yakutlar ona minnettar olmayabilir” dedim.

Cevap: “Neden değilmiş? Onlar Latin harfleri kullanmıyor mu?”

“Aksine ilk defa onlar kullandı, hem de 1917’de, bizden 12 yıl önce…”

Nasıl olurdu? Atatürk’ün öncülüğü olmadan böyle bir şeyi nasıl başarabilirlerdi?

“Ruslar sayesinde” dedim! Bir daha köpürdü.

Rus Çarlığı’nın Türk topluluklarını ortak alfabeden (ki ona “Arap alfabesi” deniyor!), ortak türkçeden (ki o Osmanlı türkçesidir) uzaklaştırmak istediği bilinmez bir şey değildi. Daha sonra Sovyet yönetiminin hedefi de buydu. Sovyet merkezinin asıl niyeti Türkleri Kiril alfabesine geçirmekti. Sistemin tam oturmadığı bir zamanda böyle bir doğrudan geçiş şiddetli tepkilere yol açabilirdi. Latin harfleri bir yumuşak geçiş olarak görüldü.

Yakutlar Sibirya’nın ucunda bir Türk topluluğu. Ruslar 19. Yüzyılda misyonerleriyle onlar Hıristiyanlığa geçmelerini sağladı, sonra da Latin harflerine geçirildiler. İlk Latin harflerini kullanan Türkler bu hıristiyanlaştırılmış Türklerdi!

Bu şoku atlatmadan, başka örnekler verdim. Azeriler de bizden önce Latin harflerine geçti, hem de Lenin zamanında. Önce iki alfabe birlikte kullanıldı, 1928’den itibaren, tam olarak Latin harflerine geçirildiler. Fakat bu uzun sürmedi, on yıl kadar sonra bu defa da diğer türkilerle birlikte Kiril alfabesine geçirildiler!  

Önce harf inkılabının bir okur yazarlık seferberliği devrimi olmadığını görmemiz lâzım, bu bir “sıfırlama devrimi”dir...Dilimiz, edebiyatımız, kültürümüz alfabe değiştirilerek sıfırlandı. Kütüphanelerimiz kabristana çevrildi, hem de ziyaretçisiz kabristan! Harf inkılabının ilk yıllarında okur yazarlıkta ciddi ilerleme kaydedilemediği gibi, kitap yayınında da başarılı olunamadı. 1933’de Üniversite reformu için Türkiye’ye davet edilen yabancı uzmanlar, üniversite talebelerinin okuyacak kitap bulamadığını raporlarına yazdılar! Gazeteler okuyucusuz kaldı. Merkezde ve taşrada gazetelerin üçte ikisi okuyucusuzluktan kapandı. Bu hükümete fırsat verdi: Ancak devletin bütçeden destekledikleri, yani yalaka ve menfaatçi basın ayakta kalabildi. O zaman kurulan basın yayın sistemi son yıllara kadar ağırlığını hissettirdi.

Neden sadece Türklerin alfabesi değiştirildi?

20. Yüzyılda sadece Türklerin alfabesi değiştirildi, yalnız Türkiye’dekilerin değil, Sovyet sınırları içindeki Türk topluluklarının da. Onlar bizden daha bahtsız. Çünkü bir süre Latin alfabesi kullandıktan sonra her biri için farklı Kiril alfabeleri icad edildi. Sovyet sistemi yıkılınca bir kısmı tedricen Latin alfabesine geçti, Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi. Kazakistan geçmeye çalışıyor, Kırgızistan ise pek geçeceğe benzemiyor.

Türkîlerin yeni Latin alfabelerinde bizim alfabemizde bulunmayan karakterler var. Bizim bir çırpıda vaz geçtiğimiz seslerden onlar vaz geçmediler. Bu da alfabe farklılaşmasına yol açtı. Türkiye, türkîleri Latin harflerine geçirmek için bir hayli gayret sarfetti, böylece dil birliğinin faydaları görülecekti. Maalesef o fayda da umulduğu ölçüde olmadı.

Mesele dil birliğinin tezahürü ise, eski yazımız bu müşterekliği sağlıyordu. Arap alfabesi fonetik değildi, şekil imlâsına dayanıyordu. Kelime bir şekilde yazılır, farklı şekillerde okunabilirdi. Mesela “ciharşenbih” yazılır, bu bizde “çarşamba”dır, Azerbaycan’da çerşembe, Başkırdistan’da şarşambı, Kazakistan’da şerşembi, Özbekistan’da çarşamba, Türkmenistan’da çarşembi, Uygur ülkesinde çarşamba...

Mürşidim bunları duydukça renkten renge giriyordu. Ailesi üç nesil önce Balkanlardan göçüp Türkiye’ye gelmişti. Ona dedesinin Türkiye’de harf inkılâbı yapıldığı halde Osmanlı harfleri ile okuma yazma öğrendiğini söyledim. Bu onu daha da kızdırdı. Bu kesinlikle mümkün değildi! Kızmasına aldırmadan “bu hususta onların Atatürk’ü Tito’dur” dedim. Çünkü Yugoslavya’da sosyalist yönetimi Tito 1944’te yerleştirdi ve Balkanlarda Müslümanlar/Türkler Latin harflerine geçirildi!”

Balkanlar bahsi açılınca ortalık daha da elektriklendi.

Bosna halkı açısından Osmanlı alfabesinin sürdürülmesi, ayrıca önem taşıyordu. Bu alfabenin devamı, türkçe yayın yapılmasını da teşvik ediyordu. 20. yüzyılın başında boşnakça ve türkçe yayınlanan Behar dergisindeki şu cümleler dikkat çekicidir:

“Şarkın İslâm’ın beşiği olması, kendilerinin de Müslüman olması hasebiyle Arap alfabesi ile yazılan şark dillerine meylimiz tabiidir...Kur’an’ın nâzil olduğu Arapçadan sonra en mühim lisan Türkçedir. En çok bu dile bağlıyız. Bosna Hersek Müslümanları için en önemli dil Türkçedir. Bunun pek çok sebebi vardır. Birincisi İslâm dinine dair pek çok kitap bu dille yazılmıştır. İkincisi Türkçe, Hilafet makamını elinde bulunduran büyük İslâm coğrafyasının resmî dilidir. Türkçe ana dilimiz olmamakla beraber yine bu lisandan vaz geçemeyiz…”

Bu ifadelerden aklı olan, mantığını kullanabilen herkes harf inkılâbının sonuçlarının/yankılarının Türkiye ile sınırlı olmadığını kavrayabilir. Türkiye’nin seçimi diğer Türk topluluklarını ilgilendirdiği kadar, Osmanlı coğrafyasında etnik olarak Türk olmayan fakat kültür olarak Osmanlı-Türk kültür dairesinde bulunan toplulukları da yakından ilgilendiriyordu. Latin alfabesine geçiş, Balkanlar’da Müslüman eşittir Türk algısını da zedeledi.

Alfabe konusu Bosna’da Müslümanlığın varlığının devamında liderlik ölçeğinde mühim rolü olan Aliya İzzetbegoviç’in de ilgi alanındadır. Onun daha keskin ifadelerle, Türkiye’deki alfabe değişikliğini ele aldığını görüyoruz.

“Japon ve Türk devrimcilerin felsefeleri arasındaki farklılıkların en belirgin şekilde ortaya çıktığı yer alfabedir. Türkiye, dünyanın en kusursuz ve en yaygın alfabelerinden biri olan 28 harfli Arap alfabesini kaldırırken, Japonya, Romaji Latin alfabesi kullanma talebini reddetmiştir. Japonya, karmaşık alfabesini kullanmaya devam ederek, devrimden sonra 46 karakterin yanı sıra, Çin yazı sisteminden 880 karakteri de kendi alfabesine uyarlamıştır. Günümüzde Japonya’da okuma-yazma bilmeyen yok, Türkiye'de ise Latin alfabesine geçişin üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen 1968'de ülke nüfusunun yüzde ellisi okuma-yazma bilmiyor. Bu öyle bir sonuç ki, bu durumu kör bile görebilir.” (Aliya İzzetbegoviç: İslâm Deklarasyonu, 1968)

Neden Boşnaklar Osmanlı alfabesi ve türkçe üzerinde bu kadar ısrar ediyorlar? Bizim 93 Harbi dediğimiz Osmanlı-Rus savaşından sonra Avusturya -Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı işgal etti (1878).  Avusturya-Macaristan yönetimi Bosna’da Arap alfabesini yasakladı, Latin alfabesini öne çıkardı. Boşnaklar için Latin harfleri işgalci bir gücün dayatmasıydı. Boşnak kimliğinin İslâm-Osmanlı kökleri ortadan kaldırılmak isteniyordu.

İslâm aleminin ortak alfabesinin değiştirilmesi batılı merkezlerin bir parçalama projesiydi. Bu Rusları olduğu kadar Avusturya-Macaristan İmparatorluğunu, sömürgelerinden ötürü İngilizleri ve Fransızları da ilgilendiriyordu. Türkilerin, Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti’nin Latin harflerine geçmesi, dünyayı uzak doğudan Mağrib’e kadar saran Müslüman kuşağının kültürel müştereklerinden birinin ortadan kaldırılması demekti. Bu kuşağın 35. Paralele kadar olan bölümünde arapça hakimdir. 35. Paralelden üstü (kuzeyi) türkçenin hakimiyet sahasındadır.

Harf inkılâbını savunmak için hâlâ mezbuhane gayret içinde olanların bir an durup, “20. Yüzyılda neden sadece Türklerin alfabesi değiştirildi?” sorusunun cevabı üzerinde düşünmeleri gerekmez mi?