Piyasalar

Ticaret Savaşında Doların Devalüasyonu

Punto:
Devalüasyonla hedeflenen cari açığın kapatılması olarak söylenir. Yani ihracatınızı teşvik edici, ithalatınızı kısıcı bir etki ile paranızın değerini düşürmektir. İhracatı destekleyici ithalatı kısıcı olarak; hükümetin döviz fiyatlarını yükselterek milli paranın dış değer işleminin düşürülmesi ile malların ihraç fiyatını döviz açısından düşürürken, ithal fiyatını ulusal para açısından arttırıyor. Başka bir ifadeyle; oluşmuş cari açığı, dövizi fiyatlarını arttırarak üretim ve emek üzerine bindirerek, ihracatı teşvik etmek. Devalüasyon olduğunda dış borçların yerli para karşılığının artması bütçenin gider kısmın da artar, bu da bütçe açığının büyümesine neden olur. Kabul edilmiş finans düzeninde de bütçe açığı sürekli yeniden borçlanmayı gerektirir. Bu nedenle de devalüasyonla bir taraftan ihracatı teşvik ederek döviz gelirlerini artırmak, diğer taraftan ithal mallarının yurt içi talebini kısarak döviz tasarrufu sağlamak hedefleniyor. Söz konusu yöntem, enflasyon nedeniyle oluşan iç ve dış fiyat seviyesi farkını, dolayısıyla ödemeler dengesi açığını kapatmak amacıyla da tercih ediliyor. Türkiye’nin Devalüasyon serüvenine baktığımızda; 1923 yılında 1 dolar 0,75 kuruş idi. 7 Eylül 1946 tarihinde devalüasyonla yüzde 116 oranında bir artışla ABD dolarının fiyatı 2,83 liraya çıkarılmıştı. Adnan Menderes Hükümetince 4 Ağustos 1958 tarihinde 2,83 TL olan ABD doları 9 liraya çıkarılmıştır. Süleyman Demirel hükümeti tarafından 10 Ağustos 1970 tarihinde 1 ABD doları 9 liradan 15 liraya çıkarılmıştır. Bir miktar daha değer kaybına uğrayarak 1978 yılı öncesinde ABD dolarının fiyatı 19 liraya ulaşmıştır. Mart 1978’de Bu devalüasyonla doların fiyatı 19 liradan 25 liraya çıkarılmıştır. 11 Haziran 1979 tarihinde yapılan yüzde 43,6 oranındaki kur ayarlaması ile doların değeri 35 liraya çıkmıştır. 24 Ocak 1980’de doların fiyatı yüzde 48,9 oranında bir artışla 47,10 TL’den 71,40 liraya çıkarılmıştır. 1 Eylül 1981 tarihinde ise 1 dolar 123,06 liraya yükselmiştir. Bu politikanın sonucu olarak, 4 Mayıs 1987 tarihinde 1 ABD doları 790,20 Türk Lirası olurken 5 Eylül 1988 tarihinde 1.543,14 Türk Lirası olmuştur. 20 Ekim 1992 tarihine gelindiğinde ise 1 ABD doları 7.567,83 TL’ye eşitlenmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze gelen politik seyre baktığımızda; Türk milletinin üretim gücünün ve emeğinin alım gücü hep düşürülmüştür. Yani millet bugüne kadar hep zarar görmüştür. Bu süreç maalesef uygulanan politikalar da bir değişikliğe gidilmeden Kemal Dervişin programı Ak Parti tarafından da uygulanıp mevcut borç batağı durumuna gelinmiştir. Şimdi siz okuyucularımız şunu sorabilirsiniz; Allah aşkına, bu ülkede yönetime gelen iktidarlar, sonuçlara baktığımızda nasıl oluyor da hep milletin aleyhinde kararlar almış oluyor? Nasıl oluyor da, muhafazakârı, solcusu, liberali, bunların iktidar oldukları dönemlerde, paranın değer kaybettirilmesi politikasına sadakat gösteriliyor? Biraz daha olaya yakinen baktığımızda şunu göreceğiz; okullarda öğretilen iktisat modelleri, bu borçlanma modelinin uygulama yöntemlerini oluşturuyor. Bu kuram içinde kabul edilmiş olan cari açığı kapatmak için devalüasyona baş vurma, ihracatı arttıracak ama ithalatı kısacak yaklaşımı; kanser yapmış bir virüsün ölmeden önce kemoterapi ile hastayı iyice sömürmesidir. Siyasette kurulu düzenin finansal ayağına alternatif bir model önerilmediği için, devlet millet sürekli borçlandırılmaya mahkûm olmuştur. Bu borca dayalı para sisteminin sonucu olup, artık cesaretle bu sistemin değiştirilmesi gerekir. Şimdi ABD gümrük tarifeleri ile ticaret savaşlarını başlattı. Buna korumacı politikalarla diğer ülkelerde cevap verdi. Uluslararası rezerv para olan ABD doları, en çok Çin’in elinde bulunuyor. Çinin dünya ölçeğindeki ekonomik gücünü zayıflatmak için ABD kendi parasının değerini düşürebilir. 2015 yılında ardışık olarak Çin kendi parasının değerini düşürmüştü. Çin’in döviz rezervleri 2019 itibari ile 3.09 trilyon dolar olmuştur. Şimdi gündeme gelen ABD dolar devalüasyonu, Çin için ciddi bir tehlike. Bu altının değerini de dolara karşı yükseltecek. Dolar değer kaybedip, altının dolar karşısında değer kazanmasını sağlayacak. Bu şu demektir; kimin elinde dolar çoksa o çok zarar edecektir. Değersizleştirilen para birimi borçlu olan ülkeler için iyi görünse de ilk etapta, borçların kapatılmasından ziyade, sistem daha çok sıcak para akışları ile yeniden borçları arttıracaktır. Yani cari açık için bu ilk etapta olumlu sürdürülebilir bir etkisi olsa da borç sarmalı döngüsel olarak daha büyük bir hal alacaktır. Türkiye’nin Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre 2019 yılı ilk çeyrek sonu itibarı ile dış borç stoku 453,4 milyar dolar olup milli gelirin % 60,6 seviyesine geldi. Türkiye’de 2001 krizi borç stoku Milli gelire borç oranı % 54-56 oranında gerçekleşmiş ve faizci ekonomi çökmüştü. Ama şimdi bu oran % 60,6 seviyesine geldi. Kriz yok denilebiliyor. Finans sisteminde sürekli aynı oyun oynanıyor. Karar vericilerin değişmesi, sistemin uyguladığı zulmü değiştirmiyor. İşsizlik % 20’de gezerken, cari açığın biraz daha kapatılması için ABD’nin dolar üzerinde devalüasyonuna umut bağlamak yanlıştır. Tam bağımsız bir ekonomi için; tam bağımsız bir para kredi sisteminin yurt içinde acil olarak yapılandırılarak üretime bağımlı hale getirilmesi gerekir. Parasını kontrol edemeyen, onu borç almak zorunda kalan bir devletin bağımsızlığından söz edilemez. Selam ve dua ile… Yunus EKŞİ