Piyasalar

Tıbbın Türkçe'ye Dönmesi

Punto:
Algoritma, dezenfekte, dezenfeksiyon, dezenfektan, droplet, ekipman enfeksiyon, enfekte, entübe, epidemi, filyasyon, hijyen, immün, izolasyon, karantina, kit, meditasyon, mortalite, pandemi, pandemik, peak, panik, paramedik, plato, pnömeni, risk, rutin, semptom, terapi, terapist, test, ventilasyon, ventilatör, virolog, virüs… Neredeyse iki aydır televizyon ekranlarında, gazete haberlerinde baş köşeyi tabipler işgal ediyor. Bütün dünyayı kasıp kavuran bir salgın var ve ister istemez onlar ön planda. Onları dinlerken not ettiğim kelimelerin bir kısmını yazımın başına aldım. Tıp fakülteleri bizim, oradan yetişen doktorlar bizim çocuklarımız. Fakat bu dil bizim değil! Bunun üzerinde ciddiyetle durmamız gerekiyor. Türkiye modernleşmeyi askeriye ile başlattı. Önce mühtedi batılılar istihdam edildi. Sonra batı tarzı mektepler açıldı. Kara mühendishanesi, deniz mühendishanesi (o zaman hava yoktu!) Türkiye’de sivil mühendisliğin başlangıcı da bu okullardır. Sonra 1834’te 2. Mahmut döneminde Harbiye teşkil edildi. İşe bakın ki, Tıbbiye de önce askerî olarak kuruldu, nice sonra sivil tıbbiye 1867’de açıldı. Askerî tıbbiyenin tesirinin devam ettiğini, hastalarımızın iyileştiğinde hâlâ “taburcu” edilmesinden çıkarabiliriz. Batı tarzı mektepler açılmadan bizde tıp öğretimi vardı elbette. En önemlisi Süleymaniye Tıp Medresesi idi. Tıbbiye açılınca, oradaki öğrenciler de alındı. Böylece gelenekli tıp terk edilmiş oldu. Tıbbiye öğretime 2. Mahmud döneminde fransızca başladı. Sultan Mahmud, açılışta, tıp tahsilinin kısa zamanda türkçeleştirileceğini söyledi. Hüseyin Hatemi hâzık bir tabip olduğu kadar, ilim, edebiyat ve fikir hayatımızda da yeri olan bir şahsiyettir. Şöyle desek daha doğru olur: Eski tabiplerimiz gibi! Bir Bilim Dili Mücadelesi ve Tanzimat (Yeşim Işıl’la birlikte) kitabında eski Osmanlı tıbbının ve dilinin külliyen bir kenara bırakılmasından yakınır. Neyse ki, tıbbiyede türkçe öğretim için fazla beklenmemiştir. Modernleşme tarihimizde tıbbiyenin rolü sağlığımızla sınırı değildir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tıbiye öğrencileri tarafından kurulduğunu hatırlamalıyız. Muhtemelen toplumumuzun, yönetimimizin sağlıklı olmadığına kanaat getirdiler ki böyle işlere giriştiler! Bu arada “askeriye, tıbbiye hani nerede mülkiye?” Diyenleri duyar gibiyim. En arkadan gelen Mülkiye’dir. Mülkiye ülkenin idaresi, maliyesinin yönetilmesi ve dış ilişkilerin yürütülmesi için insan yetiştirmek üzere kurulmuştur. Siyasette en fazla bunların rolü olması gerekirken, hiçbir zaman askeriyenin hatta tıbbiyenin önüne geçememişlerdir. (Onlar arkaplan yönetiminde uzmanlaştılar böylece!) Türkiye’nin 20. Yüzyılı esas olarak askerlerin hâkimiyeti altında geçmiştir. İttihatçı yönetiminde asker ağırlığı malûmdur. Cumhuriyet’in kurucusu askerdir. Onun başbakanı keza. Atatürk döneminde bir hayli asker bakanımız da olmuştur. Sonraları da askerler darbe dönemlerinde yönetimde ağırlıklarını hissettirmişlerdir. Refik Saydam başta olmak üzere tabip başbakanlarımız da vardır. Bakanlık yapan tabipler de az değildir. Bundan sonra Türkiye’nin yönetiminde tabiplerin ağırlığı artacağa benziyor. Büyük bir salgının üstesinden gelenler, idarede de başarılı olabilirler. Bu bahsi başka bir yazıda ele alırız belki. Fakat asıl mesele, tabiplerimizin bizimle iletişim kurmak için bizim dilimizde konuşmaması. Başta sıralanan kelimelerin hepsi tıp terimi değil. En çok kullanılan izolasyon, ekipman, plato, pik, risk gibi. Bunların hepsinin türkçesi var. Tıp terimlerinin de türkçesi var(dı). Mesela karantinanın türkçesine İzmir’de rastlamıştım: Tahaffuz. Hıfz kökünden, koruma, muhafaza etme anlamına. İstanbul’da da Tuzla’da tahaffuzhane varmış. Bir musibet atlatıldıktan sonra, durup düşünmek, olanı biteni değerlendirmek gerekir. Bu musibet tıbbın türkçeye dönmesinin vesilesi olmalı. Tabiplerimizin üzerinde milletin, toprağın hakkı vardır ve bu hakkın gereği yapılmalıdır.