Piyasalar

Münbit Döngü

Punto:
Her bir yeni düşünce tarzı düşünürünün serdettiği bir fikrin kitleler ve toplumun ileri gelenlerince kabul edilmesiyle yaygınlaşmaktadır. Bilimsel gelişmelerin yaygınlaşması da aynı şekilde gerçekleşmektedir. Kabul görerek yaygınlaşan bir fikir, bir düşünce, bir ideoloji bir süre sonra eskimekte, yaşanan gerçekliklerle bağdaşmadığı, sorunlara çözüm olmaktan uzak olduğu gözlenerek veya başka sebeplerle terk edilmektedir. Tarih boyunca ortaya çıkan pek çok “izm” bu nedenlerle terk edilmiştir. Sadece “izm”ler değil, pek çok fikir ve düşünce de aynı son ile karşılaşmış, tarihin sayfalarına gömülmüşlerdir. Örneğin son yüzyıl içinde ekonomik büyüklükleri ölçmede tüketim değerleri referans alınmaya başlanmıştı. İlk başlarda oldukça mantıklı gözüken “tüketim değerlerinin bir ülkenin gelişmişliğini ölçebilecek bir argüman” olarak ele alınması düşüncesi zaman ilerledikçe tüketim artışının son derece normal bir olgu olarak görülmesi durumunu zihinlere yerleştirmiştir. Yani tüketim iyi bir şey idi. “Tüket tüketebildiğin kadar” düşüncesi nefsi ve bedeni de okşayan bir duygu idi. Ve bu tahrik edildikçe tüketim arttı, tüketim arttıkça ülkenin ekonomisindeki veriler yükselmeye başladı. Büyüyor idik. Ne güzel… Ama üretmeden büyümek balon şişmesi gibi anlamsızdı ve bu bir süre sonra patlamaya mahkûm olan bir büyüme idi. Zira bu işin sosyolojik ve psikolojik boyutu var idi ki, o daha da vahim. Kitlelerin tüketici pozisyonunda konumlandırılması üretici olma düşüncesinin anlamsızlığına veya “nasılsa birileri üretiyor; onlar çalışsın, üretsin; ben tüketeyim” düşüncesinin zihinlere nakşedilmesine sebep olmaktaydı. Benzer bir olgu sosyal devlet kavramı kapsamında yapılan yardımların bir süre sonra toplumda tembelliğe sebep olması olarak gözlenmektedir. Sosyal devlet kapsamında yapılan yardımlar bireyin çalışarak elde edeceği bir geliri çalışmadan aynı seviyede elde edebilir bir pozisyona gelmesini netice veriyordu. Bu durum bireyi “neden çalışayım ki, ben yardım almaya devam edebilmek için bu halimi koruyayım” düşüncesine itiyordu. İlk başlarda işsiz kalan, herhangi bir afet-musibet gibi bir sıkıntı yaşadığı için yardıma muhtaç olan bireylerin toplum tarafından desteklenmesi amacını güden sosyal yardımlar (bunlara kaymakamlık yardımları, sivil toplum yardım kuruluşları, engellilere verilen yardımlar, evde bakım hizmeti yardımları gibi tüm yardım faaliyetlerini dahil edebilirsiniz) bir süre sonra suiistimale açık hale gelmekte ve bireyi tembelliğe itmektedir. Bir başka örnek; bir zamanlar devrimciliğin, yenileşmenin, değişimin öncüsü ve rehberi sayılan komünizm-sosyalizm gelişen ve değişen zamana ayak uyduramamış, itiraz ederek baş kaldırdığı ve isyan ettiği statükocu konumuna kendi düşerek yerini itirazının sebebi olan kapitalizme bırakmıştır. Özellikle son yıllarda ekonomi başta olmak üzere sosyoloji, siyaset, teknoloji gibi alanlarda ortaya dökülen pek çok fikrin bir süre sonra eskidiği, yaşanan durumu izah etmede zorlandığı gibi bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Statükoya itiraz ve değişim amacıyla ortaya çıkan her bir yenilik bir süre sonra statükocu olma durumuna düşerek insanlığı bir kısır döngü içine sokmaktadır. Tabi konumuz büyüme veya sosyal yardımları tartışmak veya “izm”ler üzerinde konuşmak değil. Aynı zamanda fikirlerin neden eskidiği veya neden böyle olduğunu masaya yatırmak hiç değil. Dünyaya yön veren düşünür, lider, siyasetçi, sanatçı vb. her kim var ise her birinin düşüncelerinin her zaman geçerli fikirler olamayabileceği, belli bir zaman dilimi içinde olumlu ve mantıklı görülen bir düşüncenin bir süre sonra demode olabileceği, rafa kalkabileceği veya geçersiz sayılabileceği gerçeğidir. Bu ilginç ve ilginç olduğu kadar da insanoğlunu sürekli zinde tutan bir devir-daim olgusudur. Belki de insanlığın terakkiyatı bu şekilde gerçekleşmekte, medeniyet bu şekilde ilerlemektedir. İnsanoğlunun fıtratında var olan yenilenme-yenilik peşinde koşma (mucitlik-inovatif düşünme-keşif) duygusu ile mevcut durumu muhafaza etme (statükoculuk) duygusunun sürekli olarak birbiriyle iç içe olduğu ve bu duygu ve düşüncenin toplumları etkilediği gibi bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. Evet, her bir medeniyet bir öncekinin kalıntıları üzerine inşa edilmekte… Ve her yenilik bir öncekinin eksikliğini tamamlamak için ortaya çıkarken bir süre sonra kendisi farklı ve yeni bir eksiğe sebep olmakta… Sanki insanlık düz bir hat üzerinde gitmiyor, tekerleğin dönerek gitmesi gibi yuvarlana yuvarlana ilerliyor. Evet, ilerliyor ama döne döne… Ve böylece inkılap ve terakki ateşi sürekli tütmektedir.