Piyasalar

Kutlu Medeniyetimiz Çağı ve Dünyayı Aydınlatacaktır

Punto:
‘Bitkiler için ulaşılabilecek doruk nokta hurma ağacıdır’ der rahmetli Necip Fazıl Kısakürek. Hurma ağacında, erkek organ dişi organın üzerine abanmıştır. Bu durumu ile bitkiler hayvana yaklaşır. Hayvanlarda doruk attır. Atlar rüya görürler. Onlardaki şahlanış, rüzgâr gibi koşmak, işte bu rüya görmenin verdiği hissî durumdur. Hayvanlar da at ile ve atın rüya görmesiyle insana yaklaşır. İnsanlarda ise doruk nokta sonsuzluktur. İslâm'ın, Kuran’ın ’mele-i âlâ’ olarak tarif ettiği bu durum, melekten üstün olabilme durumudur. İslâm, insanı iki yönlü bir varlık, eşrefi mahlûkat, yaratılmışların en üstünü olarak bize bildirir. Şüphesiz bu tanım, insanı yaratan ve bu sebeple onu en iyi tanıyan Allah tarafından bildirildiği için dosdoğrudur. İnsan maddî ve manevî bir varlıktır. Maddî yönü ile bitki, hayvan ve maddeye; manevî yönüyle de melâikeye benzer. Maddî-manevî her iki yönü, bir arada da kendisine benzer, yani insana. Ve insan görev ve sorumluluğunu bihakkın yerine getirince ‘hazreti insan’ olur. İnsanın maddî yönü, ana ve baba kromozomlarının birleşerek meydana getirdiği ilk yumurta dönemi, anne rahmindeki maddî hayat dönemi ve dünyaya yöneliktir. Manevî yönü ise ezelî ervahtan gelişi ve ebedî yaşayacağı ahiret hayatına yöneliktir. İslâm, insana ve insanların oluşturduğu insan toplumlarına madde-mana dengesini kurmasını tavsiye eder. Dünyayla ahret arasında bir denge kurmasını emreder. Hazreti Peygamberin meşhur hadisi ile "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahret için çalışmayı" önerir. Ancak dünya hayatı çok kısa bir dönem olduğu için de, yine Hazreti Peygamberin ifadesiyle "Dünya ahretin tarlasıdır" şeklinde ifade edildiği üzere dünya için yapılan çalışmaların da ahiret için yapılması gerektiğini salık verir İslâm dini. Bu girişten sonra 19. Yüzyıldan itibaren insanın sürüklendiği bilim ve teknoloji çağını biraz irdeleyelim: Batıda Reform hareketleri ve peşinden gelen Rönesans hareketiyle ilmi engelleyen ve bilim adamını aforoz eden kilisenin, bozulmuş Hıristiyanlığın ilim ve bilim adamı üzerindeki baskısını kaldırdıktan sonra Batıda muazzam bir ilmî gelişme görülür. Bu ilmî gelişmeyi teknolojik gelişme takip eder. Ancak burada önemli bir nokta var: Bozulmuş ve aslını kaybetmiş Hıristiyanlık, bilime ve bilim adamına engel teşkil eder. Batılı bilim adamı ve bilimi, dini kendini engelleyen bir olgu olarak gördüğünden dolayı maddeci bir inanç ve anlayışa sahip olmuştur. Bunun neticesinde insanı, eşyayı ve hayatı madde sınırları içerisinde görmüş; ilmî ve teknolojik gelişmeler bu sınırlar içerisinde gerçekleşmiştir. ‘Maddî yönü ise insanın hayvanî yönüdür ve hayvanda da doruk attır. At rüya görür, bu sayede ufku genişler’ demiştik. İşte bugünkü Batı medeniyetinin, atın gördüğü rüya misali, bilim ve teknolojinin maddî sınırlarını zaman zaman aşan denemeleri olmuştur. İslâm'ın 7. Yüzyıldan itibaren başlayan büyük ilmî inkişafı Kur’an ve hadisler ile teşvik bulmuştur. “Âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından efdaldir”,“İlim ve hikmet müminin yitik malıdır, nerede bulursanız alınız”,“Ya öğreten, ya öğrenen ya dinleyen ya da ilmi seven ol, beşincisi olma (yani bunların dışında kalma), helak olursun” gibi Peygamber hadisleri, İslâm’ın ilme verdiği önemi açık şekilde ortaya koymaktadır. Yine Yüce Kuran’ın “Oku, seni yaratan Rabbinin adıyla. Oku. Kalemle yazmayı öğreten Rabbin sonsuz kerem sahibidir” (96/ Alak, 1-5); “De ki, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp öğüt alır” (39/Zümer, 9),“Allah içinizden iman edenlerle, ilme nail olanların derecelerini yükseltir” (58/Mücadele, 11), “Allah’ın kulları içinde Allah’tan gerektiği şekilde ancak ilim sahipleri korkar” (35/Fatır, 29),“Bilmiyorsanız ilim erbabına sorunuz” (Nahl/16, 43) ve “Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar” (29/Ankebut, 43) ayetleri ile Müslümanı okumaya, düşünmeye araştırmaya, tefekkür etmeye, ilme teşvik etmektedir. İslâm dünyasında 7. Yüzyılda başlayan büyük ilmî inkişaf 10. Yüzyıla kadar göz kamaştırıcı bir şekilde devam etmiştir. Matematik ve geometride (hendesede), cebirde, astronomide, tıpta, fizikte, dil bilgisinde (gramerde), bilimin her sahasında bilimsel metodu ve bilim sistematiğini ortaya koymuştur. Kurtuba, Kûfe, İsfahan, Buhara, Kaşkar, Merv, Belh, Balasagun, Horasan, Şam, Tebriz, Bağdat, Konya, Kırşehir, Tus, İstanbul ve benzeri şehirler,yüzyıllarca bilim merkezi olmuşlardır. Ne var ki, 10. Yüzyıldan itibaren büyük bir cehalet içerisinde ilkel bir hayat yaşayan Avrupalıların Haçlı Seferlerine sürekli göğüs germek zorunda kalan İslâm dünyasında, bu ilmî gelişmenin teknolojik patlama noktasına gelmesi mümkün olamamıştır. İslâm ve Osmanlı denizcilerinin ‘yeni dünya’ kıtalarını keşfetmesi, daha sonra 1453 yılında İstanbul'un Fethi ve Hıristiyanların başı Bizans yıkıldıktan sonra kilisenin tahakkümünün yıkılması, Reform ve Rönesans Hareketleri, Avrupa'da ilmî gelişmenin başlangıcı olmuştur. Avrupa'nın yaptığı İslâm âlemindeki ilmî potansiyeli bir yerde geliştirmek ve teknolojiye çevirmek olmuştur ve İslâm'ın ilmî gelişmeyi getirdiği noktanın çok fazla da ilerisine gidememiştir. Çünkü onun ufku eşyayı, insanı ve hayatı ancak madde planında algılamaktan ibaretti. Kaldı ki Avrupa'nın bu ilmî ve teknolojik gelişmesi maddî planda kaldığı için, insanı tek boyutlu algıladığı için, insanları mutluluğa ulaştırmak şöyle dursun mutsuzluğa neden olmuştur. İnsanı rahatlatan teknolojik ürünler (otomobil, uçak, telefon, telsiz, televizyon, bilgisayar, cep telefonu, çamaşır makinesi ve benzeri) çoğaldıkça âdeta insan mutsuz olmakta; intihar, anarşi, alkolizm, ırkçılık Avrupa'nın bilim ve medeniyeti ile âdeta paralel yürümektedir. Zira olayın ağırlıklı yönü, insanın manevî yönü ihmal edilmiştir de ondan.‘Besmelesiz ve hamdelesiz’ bir medeniyetin insana ve insanlığa vereceği kan, gözyaşı, mutsuzluk, Hiroşima ve Nagazakiler ve benzerlerinden başkası da olamazdı zaten. Batının artık ilmî ve teknolojik gelişmede donma, duraklama ve gerileme noktasına geldiği bu son durumda, dünya yeni bir ilmî, teknolojik ve medeniyet dönemi beklemektedir. Avrupa'nın ilmî gelişmesi donma noktasındadır ve de donmaya mahkûmdur. Zira insanı, eşyayı ve hayatı sadece madde sınırları içerisinde gören Avrupa'nın madde sınırlarını aşması mümkün gözükmemektedir. Hâlbuki ‘insanın ufku mele-i âlâdır, sonsuzluktur’ demiştik. İşte bu noktada, dünyayı kalp gözüyle temaşa edebilen Müslüman bilim adamlarının ufkunda ilim, teknoloji ve medeniyetin ulaşacağı muhteşem gelişmeyi, bugün Batı medeniyeti ölçüleriyle düşünen insanın idrak etmesi, tahlil etmesi ve anlaması mümkün değildir. Hele hele Batılının anlaması hiç mümkün değildir. Maddeyi aşan, mana gözüyle, kalp gözüyle insanı, eşyayı ve hayatı tanıyan, kâinat kitabı olan Yüce Kuran'a gönlünü ve beynini açan, aklı ve bilimi bunun emrine veren yakın geleceğin İslâm dünyası ve Müslüman bilim adamları ilme, teknolojiye ve medeniyete çok farklı ufuklar kazandıracaktır. Kur’an-ı Kerim kâinat kitabıdır. Onda her türlü ilmin temel aksiyomları verilmiştir. Yüce Kur'an sık sık semavattan, yani göklerden söz eder. Astronomi ilminin temel öncülleri vardır burada. İnsanlık bugün en büyük ilmî gelişmeyi bu alanda gerçekleştirmiş, nihayetinde aya çıkmıştır. Astronomi, fizik, kimya, biyoloji, dilbilim ve benzeri bilim dalları böylesine gelişmişken ruh bilim niçin gelişememiştir? Psikoloji ‘ruh bilimi’ demektir. Ama insanlık bu alanda hiç bir gelişme gösteremeyince; psikoloji, ‘ruhbilim’ değil ‘davranış bilimi’ olarak değişmiştir. Ancak o mecrada gelişme gösterebilmiştir. Neden? Zira ‘Allah ruhtan insana çok az şey bildirdi’ de ondan! Yüce Kuran’da “Habibim, sana ruhtan sorarlar; de ki, o Rabbimin katındadır” (17/İsra, 85) buyrulmak suretiyle ruhtan çok az söz edilmektedir. İnsanoğlu Kur'an olmadan ya da Kur'an'ın dışında yeni şeyler biliyor, buluyor, keşfediyor, icat ediyor. Fakat bunca yüzyıldır ruh hakkında psikoloji ilmi hiç bir şey bulamamıştır. Ruh bilimi anlamına gelen psikoloji, davranış bilimi olarak değişmiştir. Böylece Kur'an'ın sınırına gelerek “Rabbim sana ruh hakkında çok az şey bildirmiştir. O benim katımdadır” noktasına gelmiştir. Evet, insanlık yeni bir ilim ve teknoloji çağı yaşayacaktır. Fakat bu, Müslüman bilim adamının, ‘kâmil insan’ın ufkunda teşekkülle başlayacaktır. Hem bu ilmî ve teknolojik gelişme muhteşem bir medeniyet ortaya koyacaktır. Bu yeni medeniyet, İslâm medeniyeti, Türk kültür ve medeniyeti olacaktır. ‘Besmeleli ve hamdeleli’ bir bilim, teknoloji ve medeniyet. Madde ve mana, dünya ve ahiret dengesini kuran bu medeniyet, insanlığın özlemini çektiği çözümleri getirecektir. İnsana adamlığını yaşatan, onu şerefli yerine oturtan, ‘eşrefi mahlûkat’ makamına yükselten ve yücelten bir medeniyet. “Âlimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır”, “Âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından eftaldir” Peygamber buyruğunu bütün hücrelerinde duyan ve çok Aziz olacak Müslüman! Büyük güne az kaldı! Gönül gözünü ve kulağını aç! İnsanı, eşyayı ve hayatı hakkı ile müşahede vaktidir artık! Gerçekleştir İslâm'ın mübarek ve muhteşem medeniyetini! Yeniden inşa et Kutlu Medeniyetini! Zira sen kulsun. Sen, Allah'ın yeryüzündeki seçilmişisin, halifesisin.