Piyasalar

Enflasyonist Ekonomik Politika.. Nereye Kadar?

Punto:
Ülkemizin en ciddi ve çözüme muhtaç sorunu olan “enflasyon”; ekonomi biliminin en önemli parametrelerinden birisidir ve neredeyse 50 yıldır amlatıldığı ve halkın aldatılarak soyulmasının kaderi olduğuna inandırıldığı gibi, nereden geldiği belli olmayan bir ucube ve kendiliğinden zuhur eden baş edilemez yedi başlı bir canavar değil, tam aksine, “ölçülebilir ve kontrol edilebilir” bir ekonomik müdahale aracıdır. Enflasyon, gelişmiş ülkeler halkları; sosyal ve ekonomik kesimler arasında yüzyıllar süren büyük savaşların sonucunda ulaştığı “social consensus-sosyal uzlaşma” sayesinde demokratik sistemini kurduğu gibi, enflasyon aracının halkın çoğunluğu aleyhine kullanılmasını da engellemiştir. Enflasyon aracı, savaşılarak hak edilmiş bir “demokratik” düzen kuramamış ülkelerde, demokratik olmayan veya güdümlü demokrasinin ürünü hükümetler tarafından, ekonomik sistem içinde belli bir kesime diğer kesimlerden değer aktarmak yani servet transferi yapmak için kullanılan, toplumun tüm değerler sistemini, birlik-beraberlik-kardeşlik ve adalet anlayışını yok eden en tehlikeli, fakat bu amaçlara uygun olarak kullanılabilen ve tahrip gücü en yüksek bir silahtır. Bu aracın/silahın hükümetler tarafından kötü niyetle kullanılması ekonominin sinir sistemini kısa zamanda felç eder ve sistemde genel bir çöküntü yaratır ve bu çöküntü “ekonomik krizler” şeklinde, her defasında, yıkım etkisi daha şiddetli bir biçimde ortaya çıkar. Enflasyona dayalı gelişme(!) politikası, sosyal uzlaşmayı ve adaleti sağlayamamış, gelişememiş veya gelişmekte olan ülkelerde uygulanmaktadır. Bu ülkeler Arjantin, Brezilya, Meksika, Şili ve sair Orta ve Güney Amerika ülkeleriyle Orta Doğu ve Güneydoğu Asya ve bazı Afrika ülkeleri gibi karmaşık demografik yapıya sahip Devletlerde iktidarı ele geçiren güçler tarafından, muhalefet eden veya etmeyen diğer taraflar aleyhine, kendilerini zenginleştirmek ve diğerlerini fakirleştirmek için en etkili ve sessiz bir silah olarak kullanılmaktadır. Avrupa Birliğine katılan tüm ülkelerde, Maastritcht kriterlerinin zorunlu kıldığı üst yasalar ve anlaşmalarla sağlanmış sosyal uzlaşma sonucu iki haneli enflasyon rakamları tek haneli rakamlara düşürülmüş bulunmaktadır. Bunun tek istisnası Türkiye’dir ve Hükümetler büyük bir özenle Maastritcht kriterlerinden söz etmez ve ettirmez iken, Kopenhag kriterlerini ısıtıp ısıtıp kamuoyunun gündemine kışkırtıcı bir biçimde getirmeyi, asıl gündemi saklayarak halkı bununla birbirine düşürerek oyalamayı “her dönem geçerli” bir taktik olarak benimsemiş görünmektedirler. Ekonomi literatürüne de konu olan, sosyal uzlaşmaya sahip iken enflasyona dayalı ekonomik politika uygulayan tek ülke İsrail’dir ve bu yıkıcı etkisi son derecede yüksek olan ekonomik silahı, 1967 savaşı ile “zoraki vatandaş” olarak ilhak ettiği Filistin ahalisinin taşınır ve taşınmaz mal ve mülkünü gasp etmek için kullanmış ancak bu arada, hemen hemen tamamı şu veya bu şekilde maaşlı Devlet görevlisi olan İsraillileri, kendi icatları “eşel-mobil” sistemi ile korumuştur. Filistinliler yeteri kadar fakirleştirildikten ve ekonomik mukavemet gücü kırıldıktan sonra, uygulanan bu yüksek enflasyon politikası, amaç hasıl olduğu için, derhal terk edilerek normale dönülmüştür. Enflasyonun ekonomik sistemdeki etkisini ve sonuçlarını, organizmada ortaya çıkan bir kanser tümörüne benzetebiliriz. Toplumun belirli kesimlerine servet transferi amacıyla uygulanan bir enflasyonist politika ile aşırı beslenen kesim anormal olarak büyür ve organizmanın normal dengesini bozarak hastalanmasına ve adeta bitkisel hayatta suni teneffüsle yaşamasına yol açar. Burada topluma verilen suni teneffüs, ancak yaşamasına yetecek kadar yapılan sosyal yardımlardır. Bu şekilde ülke halkı sosyal yardım olmadan yaşayamaz hale gelir ve işgücü maliyeti düşerek, modern zamanların kölelik ücreti olan asgari ücret ile adam çalıştırma yaygın bir hal alır. Budurum uzun sürerse sosyal bünyede çürüme, genel bir hoşnutsuzluk ortaya çıkar ve ülke halkı vatandaşlık bilincini yitirerek kolayca güdülen bir sürü haline gelir. Toplum bu hale gelip kimliksizleştirilince bu defa kişiksiz ruh hali ortaya çıkar. Anarşi ve terör hareketlerine uygun bir zemin oluşur. Ülke dış müdahaleye uygun hale gelir. Bunu en iyi gören ve gözleyen kesim ise, lehine servet transferi gerçekleştirilmiş kesimdir. Kendilerini ülke içinde güvende görmeyerek, fazladan edinilmiş servetlerinin önemli bir kısmını, güvenli gördükleri dış ülkelere aktarırlar. Ekonomide bunun anlamı “dışarıya para ve servet transferidir”. Bu durum ülkede döviz ve yerli para sıkıntısı yaratır. Hükümet bu durumda sürekli kaynak sıkıntısı çeker ve vergilerle, ya da kontrol altında tuttuğu ekonomik değerlere zam yaparak halkın hoşnutsuzluğunu arttırır. Bunun çözümü, servet transferiyle ülkede kanser urları gibi büyümüş kesimlere cerrahi müdahaleyi andırır biçimde ekonomik müdahaledir. Bunu ise ülkeyi bu hale getiren zihniyet ve kadrolarla gerçekleştirmek mümkün değildir. Farklı bir anlayış ve yapı gereklidir. Enflasyon ile servet aktarılan toplum kesimini insan vücuduna girmiş bir bağırsak parazitine de benzetebiliriz. Alınan gıdaların çoğu bağırsak paraziti tarafından emildiği için, alınan tüm besleyici gıdalara rağmen, vücut hasta ve çelimsiz görünür. Bağırsak paraziti ise semirdikçe semirmektedir ancak parazit semirdikçe daha fazla besine ihtiyaç duyar ve vücudun beslenmesine daha az besin kalır. Alınan tüm gıdalara rağmen sadece parazit büyüdükçe büyür ve vücut daha da güçsüz ve çelimsiz kalır. Vücut yaşadıkça parazit gelişir de gelişir ve vücudun zafiyeti onu hiç etkilemez. Bu durumun ekonomik izahı ise enflasyonist politikalarla semirtilmiş kesimin, alınan iç ve dış borçların daha çoğunu emerek gittikçe semirmesi ve ülke ekonomisinin yatırım ve üretim eksikliği yüzünden daha kırılgan ve güçsüz, bu kesimin dışında kalanların ise daha fakir ve yoksul hale gelmesidir. Son yapılan hesaplamalara göre, Türkiye’de kişi başına düşen ulusal gelirin 12000 USD olduğu görülmektedir. Bu zenginliğin 10000 USD kadar miktarı “bağırsak parazitleri” tarafından emildiği için, halkın büyük çoğunluğunun 2000 USD civarında bir kişi başına ulusal gelir düzeyine, istese de istemese de razı edildiği sonucu çıkmaktadır. Gerçekten fiili durum da budur. İş başına gelen hükümetler, halkın beklentilerini ve haklı taleplerini kısıtlamak için, her dönemde, ülkeyi olduğundan fakir göstermek için “enkaz devraldık” edebiyatı yapmakta yarışırlar. Acı gerçek ise ülkede % 1 nüfusa sahip bir kesimin, milli likit servetin % 80 kadarını kontrol ediyor olmasıdır. Son tespitlere göre 10 milyon civarında vatandaşın hiç bir işi gücü ve yarını yoktur. Diğer 20 milyon insan, asgari ücret ile çalışmaya ve toplam 33 milyon sosyal yardımla yaşamaya alıştırılmış, adeta mahkum edilmişlerdir. ENFLASYONUN ACI BİLANÇOSU Türkiye ekonomisi, bilinçli bir şekilde ve sistemli olarak, tam bir jenerasyon ömrünü kapsayacak zaman aralığı boyunca, güdümlü demokrasinin “şahsi emellerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiş bedhahları” tarafından temsil edilen Hükümetleri eliyle, enflasyon aracının Türk Milletine karşı insafsızca kullanıldığı ve kendini besleyen canavara dönüştürüldüğü, mevcutlarına el konulduğu yetmiyormuş gibi, iç ve dış borçlanma politikaları ile geleceğine de ipotek konulduğu, umutların tüketildiği, toplumun büyük çoğunluğunun iş ve aş bulma konusunda çaresizlik içinde bırakıldığı, insanların “yarın” endişesi içinde bırakılarak, insan psikolojisinin en alt basamağı olan “sadece hayatta kalmak ve bunun için gerekli olan fizyolojik ihtiyaçlarının tatminine yönelmek” derecesine alçaltılmasına yani “hayvanlaştırılmasına” ve bunun sonucu olarak; “güvenlik” ve “aidiyet” ihtiyaç psikolojisinden uzaklaştırılmasına ve bu şekilde “millet olma” bilincinin törpülenmesine, “mandacı” ruh haline sokulmasına ve tüm “emperyalist” saldırılara karşı kendini savunma refleksinin bertaraf edilerek, “savunmasız” ve “açık hedef” haline getirilmesine yol açılmıştır. Bugün toplumun büyük çoğunluğu, ekonomik krizlerle destekli, büyük bir psikolojik savaş harekatından “mağlup” olarak çıkmıştır. Bunun acı bir neticesi olarak; bugün halk arasında, “vatan-millet-Sakarya” tekerlemesi dillerde bir “istihza ve sinkaf” ifadesi olarak kullanılmaktadır. Dr. Zeki ŞAHİN 02.09.2019 - Ankara