Piyasalar

Dile Kolay; 20 Yıl..

Punto:

İki yıl sonra, ömrümüz olursa Cumhuriyetimizin yüzüncü yılını kutlayacağız inşallah.

Türkiye’nin önüne çok büyük bir fırsat çıktı, 20 yıl dile kolay, tek parti iktidarı ile yönetildik. Kavgasız-gürültüsüz geçen bu dönem doğru değerlendirilseydi, Türkiye en azından 2002 yılından çok daha iyi yerlerde olurdu. Ancak bugün; ekonomiden adalet-hukuk’a, eğitimden dış politikaya, demokrasiden özgürlüklere kadar her alanda çok gerilere gitmişiz.

İktidar sahipleri; biraz devlet yönetiminden anlasaydılar, biraz ehliyet-liyakat ve adaleti gözetseydiler, biraz da dört bin yıllık geçmişi olan devletimizin ortak aklını kullansaydılar, biraz memleketi ve memleket insanını düşünseydiler, bir avuç yakınlarının zenginleşmesi sevdasına düşmeseydiler, tüketim ekonomisi (beton ekonomisi) yerine üretim ekonomisini esas alabilselerdi, biraz yaptıkları hatalardan ders alabilselerdi, birazcık da ‘dünyayı ben yarattım’ tavırlı kibirlerinden uzaklaşabilselerdi… Evet, sadece birazcık bunları yapabilselerdi Türkiye çağ atlardı.

Ancak bugün yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizin en kötü sürecini yaşıyoruz. Hemen hemen tüm alanlarda büyük bir kokuşmuşluk-çürümüşlük içerisinde olduğumuzu göremeyen var mı?

Dolar’ı 1.5 liradan alıyorsunuz,10 liraya çıkartıyorsunuz. Bunun anlamı vatandaşı 6.5kat fakirleştirmektir. Orta direk diye bir kavram vardı, onu yok ettiniz. Yüzde 10’luk zengin kesimle, yüzde 90 geri kalanlar arasında uçurum oluştu. Bu yüzde 90’lık kesimin son 20 yıllık süreçte refah seviyesi çok geriledi. Üstelik Türkiye’nin en gariban kesiminin AKP seçmenleri olduğu hakikati de ayrı bir handikap.  Evet, AKP kendi zenginini yarattı, bir avuç pelikancıyı akla –hayale gelmeyecek büyüklükte zenginleştirdi ama AKP seçmeninin yüzde 99’unun mutfağında yangın var.Evet, AKP kendi zenginini yarattı ama kendi fakirini de çoğalttı ve daha da fakirleştirdi.

Eylül ayında açıklanan kamu merkezi yönetim stokuna göre kamunun 2002 de devraldığı dış borcu 283 milyardan, 2.2 trilyona çıkmış. Bunun anlamı çok basit, çocuklarımız değil torunlarımız borçlu doğmaya başladı.

Dolar 10 lira seviyesinde, nerede duracağı da belli değil. 20 yıllık tüketim ekonomisinin Türkiye’yi getirdiği nokta iflas…

Evet, ben 4 yıl ekonomi okudum ama bazı şeyleri bilmek için ekonomi okumaya bile gerek yoktur. Mesela üretmeden, üretimi artırmadan ekonomik politikalarla vatandaşın refah seviyesini yükseltemezsiniz. Siz 20 yılda, sizden önceki 80 yılda kullanılanın üç katı kaynak kullanmışsınız ancak bu devasa kaynaklar tüketim ekonomisine, betona yatırılmıştır. Bunlar daha iyi günlerimiz, bu kış çok ama çok zorlu geçeceği görünüyor.

Eğitim üretime yönelik olmalı ama bizde üretime yönelik eğitim yüzde 20leri geçmez bu nedenle de üniversite mezunu gençlerin yarısı işsizdir.

Bu memleketi, milleti sevseydiniz, en azından size oy veren garibanları sevseydiniz üretim ekonomisi ile o vatandaşların evlerine aş ekmek götürürdünüz, onlara iane dağıtmaz, onları iş sahibi yapardınız.

Bu ekonomik kriz devam ederken bir de başımıza Osman Kavala hadisesi musallat ediliyor. Osman Kavala denilen beş para etmez adamın teki uluslararası mesele ve kahraman haline getiriliyor. Basiretsiz dış politika ile Türkiye her geçen yıl dünyada ve Avrupa’da yalnızlaştırılıyor.

Osman Kavala en az 2 yıldır Avrupa’nın projektörleri altındadır. Bir an önce yargılayıp cezası neyse mahkûm edin suçu yoksa da serbest bırakın.

10 Avrupalı büyükelçiyi istenmeyen adam ilan edecekmişiz, geçin bunları kardeşim ya… O ülkeler de senin büyükelçilerini istenmeyen adam ilan etmeyecekler mi? Türkiye’nin ithalat ve ihracatının yüzde 70’i Avrupa ülkelerine olduğuna göre ekonomin bir darbe de oradan yemeyecek mi?

Bir zamanlar Devlet Bahçeli’nin sözcülüğünü yaptığı bir slogan vardı; “Türkiye’nin beka sorunu var” Son birkaç yıldır Türkiye’nin gerçekten bir beka sorunu vardır. Yunanistan bile yoğun bir şekilde silahlanıyor, Fransa ile ittifak yapıyor, ABD Yunan adalarına askeri üsler kuruyor. Ege ve Akdeniz kaynıyor...

Diğer taraftan içeride; “TÜGVA, TÜRGEV, Ensar, İlim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşların devletin paralarıyla nasıl beslendikleri gündemden düşmüyor.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın hasta olduğu konuşuluyor ama ben buna katılmıyorum, hasta olsa açıklanırdı. Ama Sayın Erdoğan’ın Türkiye’nin tüm sorunlarını tek başına yüklenmesi kendisini fena halde yorduğunu düşünüyorum.

Daha 2005 yılında Türkiye’nin gidişatını gören merhum Durmuş Hocaoğlu’nun ‘Ey Türkler Manifestosu’ ile yazımı noktalıyorum. Sağlıcakla kalın.
 

Ey Türkler!...
29.11.2005

İmdi, hayatı boyunca, kirlenmemek ve aklını ve muhakeme kabiliyetini fesada vermemek için aktif siyasetten uzak durmayı imanının altıncı şartı mesabesinde kesin bir prensip olarak kabul eden, cemiyetinin kanayan vicdanı olan bu hüviyetimle sesleniyorum:

      Ey Türkler!

      Vatanınıza ve devletinize sahip çıkınız!

      Çünkü Ey Türkler; vatanınız ve devletiniz elinizden çıkma çizgisinde; ağır-ağır, usul-usul, yavaş-yavaş, ceste-ceste!

      Ey Türkler!

      Vatanınızı ve devletinizi, bir yandan AB üyeliği safsatacılığı ile ülkenizin hakimiyetini devretmek suretiyle, bir milletler-üstü oluşumun sıradan ve parçalanmış bir eyaleti olarak ve diğer yandan da çoğu da sanal olarak icad edilmiş alt-kimlikler yoluyla içten parçalanarak kaybetmek üzeresiniz.

      Ey Türkler!

      Ben vicdanım; vazifem ve vazifem olduğu kadar da tek imkanım, ikaz ve ihtar etmektir; bunun için de durmadan, bıkıp usanmadan sizin vicdanlarınız üzerinizde baskı yapmak mecburiyetindeyim ve bu vazife bilinciyle haykırıyorum:

      Ey Türkler!

      Sizler ki, Asya'nın çocuklarısınız; Asya'nın, yani bütün büyük dinlerin ana rahmi, hikmetin kaynağı ve ahlakın menba'ı, Güneş'in doğduğu bu azametli kıt'anın en muhteşem çocukları! Sizler ki Asya'dan kopup Küçük-Asya'ya geldiniz, burada bütün tarihin tanıdığı en muhteşem imparatorluğu kurdunuz ve burada kendi tarihinizin de zirvesine çıktınız; geniş ve kudretli kanatlarınızın altında dinleri, dilleri, ırkları, renkleri sulh ile idare ettiniz, sonra küçüldünüz ve tekrar Küçük-Asya'nıza ric'at ettiniz; Edirne ile Ardahan arasına, bu gayri tabii hudutlara sıkıştınız.

      Ey Türkler!

      Ya İkinci Endülüs, ya da İkinci Ergenekon olma çizgisindesiniz.

      Ey Türkler!

      Anadolu, Küçük-Asya, dikkatli olmazsanız sizi boğacak bir tuzağa, İkinci Endülüs'e dönüşmek üzeredir.

      Çünkü Ey Türkler, millletlerin yükseldiği yerden düştüğünü unutmayınız! Sizler ki Asya'nın bağrından kopup gelerek tarihinizin zirvesine burada çıktınız, amma, burada düşmek üzeresiniz; burada "efendi" oldunuz, amma, burada "kul" olmak üzeresiniz.

      Ey Türkler!

      Tarih'te bir kazananlar vardır ve bir de kaybedenler ve dahi, Tarih, kaybedenleri değil kazananları baş tacı yapar. İmdi Sizler, kaybedenleri oynuyorsunuz; ikbal yıldızınız sönmek üzere.

      Ey Türkler!

      Keza Tarih, merhametsizdir; yere düşenlerin üstüne basarak ilerler. İmdi Sizler, yere düşmek üzeresiniz. Yere düşmeyiniz! Aksi takdirde, Tarih, ağır gövdesiyle sizi de ezer geçer ve çöplüğüne atar.

      Ey Türkler!

      Gökler'iveYer'i yaratan ve onları direksiz ayakta tutan Rabbim, ki amenna ve saddakna, her şeye gücü yeter, amma, kendisini değiştirmeyenleri kendisi değiştirmez; ol sebebe binaen kendinizi değiştiriniz, değiştiriniz de elinizi kolunuzu bağlayarak boş yere dua etmeyiniz; burası duanın hükmünün batıl olduğu noktadır.

      Ey Türkler!

      Ve dahi yine O, Halık-ı Zü'lcelal, devirleri insanlar arasında döndürür, bazan birini yükseltir, bazan da diğerini; liyakatini kaybeden, uyuşan kavimleri yere indirir, genç ve dinamik olanları tepeye çıkarır.

      Onun için, vicdanınız olarak haykırıyorum:

      Ey Türkler!

      Liyakatinizi kaybetmek ve uyuşmak üzeresiniz. Sakın ha!

      Ey Türkler!

      Bu da geçer" demeyiniz! Sakın ha!

      Aksi takdirde, elbet de geçer; lakin unutmayınız ki, "geçer amma deler de geçer" ve ölüyü diriye, geceyi gündüze dönüştüren Rabbim, efendileri kula, kulları da efendiye dönüştürür; sizi indirir, ve hatta yere çakar, çakar da dün yönettiklerinizi başınıza geçirir.

      Ey Türkler!

      Milletler yükseldiği yerden düşer; amma, düştüğü yerden de yükselir.

      Ey Türkler!

      Sizlerde yükselecek güç var; sizde her şey var. Yeter ki gerçek ile sahteyi, gerçek aydın ile propagandistleri ve lobicileri, gerçek lider ile fareli köyün kavalcılarını ayırt edebilecek bir bilinç ve ferasete kavuşunuz; gücünüzü keşfediniz ve iradenizi hareket geçiriniz.

***

      Ey Türkler!

      Bu bir manifestodur.

      Sizi, kanayan vicdanınız olarak, hiç rahat bırakmayacağım.