Piyasalar

Dijital Çağda Vefa Duygusu

Punto:

Teknolojik Esaret

Yeni buluşların ve teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hızla ilerlediği çağımızda, “insan-eşya” ilişkilerinde insan aleyhine işleyen ciddi bir süreç yaşanmaktadır. Sayılar, kodlar ve şifreler arasında benliğini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanoğlu, kendi elleriyle ürettiği sözde teknolojik imkânların esareti altında şaşkın şaşkın ekranlara bakınıp durmaktadır. Gerçekte, teknoloji ile iradi bir bağ kurması gereken insanlık, teknolojik aygıtların kölesine dönüşüp dijital dünyanın bağımlısı olarak her geçen gün mankurtlaşma yolunda hızla ilerlemektedir. Bilhassa çocukların ve gençlerin körpe beyinlerine taht kuran bu sinsi ve albenisi yüksek yeni aygıtlar, ruhları esir etmenin verdiği sonsuz neşe ile zamanımızı ve enerjimizi çalmanın tadını çıkarmaktadırlar.

Evvelemirde “televizyon” adlı bir kral olarak tahta çıkıp evlerimizin baş köşesine kurulan bu modern zaman hırsızı, tiyatro ve sinemanın imkânlarını evlerimizin, odalarımızın içine kadar taşıdı. Sözü edilen bu renkli kutular, içindeki sihirli karelerle uzunca bir zamandır daimi iskâna tâbi misafir-i istiskal kabilinden yuvalarımızın zorunlu bir ferdine dönüşmüş durumdadır. Bu zorunlu misafir, kendisinin daimi olarak ağırlanması yetmezmiş gibi, yeni akrabalarını da evlerimize davet etmeye başladı: Bilgisayar ve tablet denilen aygıtlar da artık yataklarımıza kadar sirayet eden yeni emperyalist casuslardır! Hele bir de internet adı verilen küresel bir ağ çıkıverdi ki zihinlere bağ oluverdi! İnsanlık, bu sinsi küresel (b)ağlarla uğraşırken daha fenasının kapısında olduğunun henüz farkında bile değildi. İnsanoğlu kendi elleriyle hatsız telefonla hadsiz interneti birleştirince dünyaya mobil(cep) telefon adlı öyle bir yeni yetme geldi ki ele avuca sığmayan bu ergen, neredeyse tüm insanlığı kendine bağlayıverdi. Sayısal verilerin, kodların ve şifrelerin dünyasında kendini kaybeden insanlık pek yakında çipler karşısında muhtemelen havluyu atmaya hazırlanmakta!

 Sosyal Medya Ağları

Tüm insanların zamanını çalmak, enerjilerini almak, kafalarını yormak üzerine kurgulanmış olan sosyal medya ağları, sözde iletişim kurmak, haberleşmek, paylaşmak gibi masum iddialarla toplumsal ve hatta küresel bir dedikodu alanına dönüşerek beyinlerimizi 7/24 çalıştırarak uykumuzu, huzurumuzu ve sağlığımızı tehdit etmektedir. Gündüzlerin yetmediği, gecelerin bitmediği süreçleri ekran başında geçiren çocuklar, gençler ve yetişkinler, donuk yüzlerle, kalıplaşmış sözlerle yorgun, argın, kırgın ve ruhunu kaybetmiş yalnızlar formatıyla aramızda -sadece- biyolojik olarak yaşamaya devam etmekteler. Yüreğindeki boşluğu maneviyatla doldurmak yerine dedikoduyla doldurma gayretindeki insanlık, her geçen gün eşya karşısında alçalmaya devam etmektedir. Düşünmek yerine, tuşların inisiyatifine sığınan zavallı insanlar sağlıklarını, düşünme yetilerini, çalışma enerjilerini… kaybetme pahasına sözü edilen (a)sosyal ağlar arasında çırpınmaktadırlar. Eşyanın cazibesine kapılan insanoğlu, yazışmaktan yaşamaya, fotoğraf çekmekten hayata geçmeye zaman bulamamaktadır!

 Sahici dostlukların yerini sanal takipçilerin aldığı dijital çağda, insanlık bunalımların en acılısını yaşarken yaşadığı ıstırabın şehvetine kapılarak her geçen gün daha da derin acılara gark olmaktadır! Belki gelecek vakitlerde yaşanan bu acılara dahi şükredilecek olabilir! Zira, henüz acı hissini kaybetmemiş olmak bile teselli olabilir nitekim! Akıllı olduğunu her daim dillendirerek üstünlüğüyle övünen insanoğlu, aslında henüz vakit varken kurtuluş yolu bulabilir! Ararsak buluruz, bulursak kurtuluruz! Kurtulursak mutlu oluruz!..

Vefaya Çağrı!

Bunalım ve acılarla dolu böylesine bir çağda kurtuluş reçetesi, insanın kendi özünde gizlidir. İnsanoğlu, ilkin Yüce Yaratıcı’ya Bezm-i Elest’te verdiği “Evet, Sen Bizim Rabbimizsin!” vaadini hatırlayarak kurtuluş yolunu tutabilir. Bu kutlu hatırlayış, insanoğlunu gerçek Yaratıcısı ve Sahibi ile buluşturacağı için, onu aslına döndürecektir. Bu dönüş, kendini kaybetmiş insanoğluna, adeta bir can suyu olacak ve onu inşiraha kavuşturacaktır. Akabinde hak ve hakikate, Kur’an’a, Kutlu Elçi’ye, Kutlu Mekânlara, eşe dosta arkadaş ve akrabaya, halka, öze ve söze vefalı olmakla insanın ruhu yeniden can, yeni bir heyecan bulacaktır.

İnsana insanlığı hatırlatan ve insanca yaşatan birçok değer gibi vefa duygusu da insanı yücelten bir duygudur. Nitekim, vefalı davrananlara vefakâr denir. En büyük vefakârlık, Yüce Yaratıcı’yı tanımak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmek, kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirmektir. Bir ayette Allah "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki size verdiğim sözde durayım." (Bakara, 2/40) buyurmaktadır. Yaşayan Kur’an diye tavsif edilen, önderimiz, yol ışığımız Hz. Muhammed(SAV)’in hayatı vefa örnekleriyle doludur. O’nun her düşüncesi, her söylemi, her eylemi, Allah(C.C.)’a vefa(bağlılık) ile müstahkemdir. Çünkü O, Yaratıcısı’na, Sahibi’ne ve davasına sonuna kadar sadıktır.

Vefa; yapılan her iyiliğe misliyle iyilik, her güzelliğe fazlasıyla güzellik, her bağlılığa üstesiyle bağlılıktır. Hatta vefasızlığa dahi vefalı davranmaktır. Ölüp gidenleri hayırla yad etmek, her daim hatırlamak, duayla vefalandırmaktır.

Vefa, hakkı gözetmektir. Herkese hakkını vermek, haksızlıktan kaçınmak, insanlara sevgi ve ilgi göstermektir. Vefanın en güzeli ahde vefadır. Vefa, verdiği sözü mutlaka tutmak, yapamayacağı sözü vermemektir. Büyük küçük, çoluk çocuk demeden her kiminle konuşulursa, ağızdan çıkan bir sözün aslında bir ahit olduğu bilinciyle hareket etmektir. Yerine getirilmeyen sözün gerçekte yalancılık olduğunu asla unutmamak gerekir.

Vefalı Bir İnsan!

Mehmet Akif Ersoy, Üsküdar’da Arkadaşı ise Çengelköy’de oturuyordu. Pazar günü Çengelköy’de oturan arkadaşıyla buluşmak için sözleşirler. Pazar günü yağmur çamur fırtına demeden Çengelköy’ün yolunu tutar. Eve varır varmasına da sırılsıklam olmuştur. Kapıyı hizmetçi açar ve ev sahibinin komşuya gittiğini söyler. Hizmetçi haber vermek ister ama Mehmet Akif Ersoy bunu kabul etmez. “Havanın biraz soğuk olmasına bakarak benim sözümü tutmayacağımı, düşünen bir insanın evine misafir olamam’’ der. Tekrar o yağmur ve fırtınada Üsküdar’a döner. O, verdiği söze sadık, fedakâr ve vefakâr bir adamdı.

Mehmet Akif Ersoy Baytar Mektebinde beraber okuduğu ve sevdiği arkadaşı Hasan Tahsin Bey ile karşılıklı anlaşmışlar ve hayatta kalanın daha önce ölenin ailesine bakacağına dair söz vermişlerdi. Hasan Tahsin Bey ölünce çocuklarının bakımını, Mehmet Akif Ersoy’da ahde vefaya (sözünü tutma, borcunu ödeme) uyarak, ölen arkadaşının çocuklarını sokakta bırakmamıştır. Mehmet Akif Ersoy hayatını İslâm’a adamış, onun inceliklerini bilen, Peygamberimizin hayatını kendi hayatına tatbik eden, sünneti seniyyeye harfiyen uyan bir şahsiyetti.

Değerlendirme ve Sonuç

Yaşadığımız çağın manzarası pek açık olarak ortada: Hayatta kalmanın yegâne çıkar yolunu “çıkar”da arayan bir insan kitlesiyle karşı karşıyayız ne yazık ki! İnsanın değerinin “eşya”ya yüklendiği, vefanın yerine “para”nın taht kurduğu hazin vakitlerden geçmekteyiz hep birlikte. Dostane sohbetler yerine koyun gibi gözlerin ekranlara dikildiği; dert deşenin çoğalıp dertleşenin azaldığı “sanalsı” zamanları idrak etmekteyiz tüm insanlık olarak!

 Dört bir yandan dijital çağın kuşatması altında olan insanlık, aradığı çare ve çözümü en başta vefa olmak üzere, insana özgü duygu ve değerlerde bulacaktır. Bunun için sanal dünyadan çıkıp doğal dünyaya kadem basmalı, aileye kulak asmalı, çocukları bağrına basmalıdır. İnsanın gerçek dostunun yine insan, tüm canlıların imkân ve doğanın hakiki mekân olduğunu hatırlaması şarttır. Ey insanlık! Ekranlardan kurtulup akranlara, sanaldan doğala, hesaptan kitaba yöneldiğin gün, kurtuluş günün olacaktır! Bu noktada son sözü Üstat Ömer Hayyam’a bırakalım:

Yalnız bilgili olmak değil, adam olmak;

Vefalı mı değil mi insan, ona bak.

Yücelerin yücesine yükselirsin

Halka verdiğin sözün eri olarak.