Piyasalar

Cemaat-Otorite-Devlet

Punto:
İnsanoğlu sosyal bir varlık olması hasebiyle birileriyle beraber olma ihtiyacını her zaman hisseder. Bu ihtiyaç ister zaruri ihtiyaçlar için olsun isterse keyfi zevkler için olsun fark etmemektedir. Cemaatleşme olgusu da bu ihtiyacın bir tezahürüdür. Özellikle din gibi toplumun tüm katmanlarınca kutsal bir değer olarak görülen bir alandaki gruplaşmalar, beraberlikler daha bir anlamlı olmaktadır. Dinin insanoğlunu birleştiren, bir arada tutan bir tutkal görevi gördüğü herkesin malumudur. Bu tutkalın kalitesi ise örgütün başındaki otorite ve yanındaki A takımının kalitesine bağlıdır. Bu örgütleşme ilk etapta din gibi inanca ve daha çok öteki dünyaya ait emellerin gerçekleştirilmesi amacıyla başlatılmış olsa da ilerleyen süreçte dünyalık birliktelikler, menfaat ortaklıklarının kurulmaya başladığı, şirketleşme ve ticari hayatta yer alma faaliyetlerinin hız kazandığı gözlenmektedir. İlk başlarda ‘nasılsa dünyalık alışveriş yapacağım, bari tanıdığımdan alayım, dostum kazansın, BİZ kazanalım’ gibi düşüncelerle başlayan bu faaliyetler, işin büyümesi ve kazancın artması ile daha da çetrefilli bir hal almakta, belki fitne kaynağı haline gelmektedir. Eski tarihimizde bu tip yapılanmaların görülmediğinin altını çizmekte fayda var. Özellikle tarikatların aktif rol oynadığı uzak tarihte ticaret yerine askeri alanda gruplaşmalar daha çok görülmüştür. Belki bunda Türk toplumu içinde askeriyeye ticaretten daha çok önem verilmesinin neden olduğu da söylenebilir. Ticari manada en güzel yapılanmanın AHİLİK teşkilatı ile olduğu hatırlanmalıdır. Ahilik teşkilatı ciddi anlamda incelenmesi ve günümüze uyarlanması gereken bir örgüt yapısıdır. Sosyal anlamda gruplaşmanın adı olan tarikatlar toplumumuzda daha çok kültürel manaları ile rol oynamışlardır. Şahsî kemâlat için bir vesile ve rehber görevi gören tarikatların bu anlamı ile toplumumuzda birleştirici, uyumlaştırıcı ve kaynaştırıcı rol aldıkları söylenebilir. Tarihteki hiçbir yapılanmanın günümüzdekiler kadar organize ve sistemli olmadığı da unutulmamalıdır. Günümüz dünyasında network oluşturma ve bu ilişkiler ağını yönetme konusunda çok ileri bir bilgi ve teknolojik alt yapıya sahip olunmasının bunun altında yatan nedenler olduğunu düşünmekteyiz. Bunlara ilaveten örgütleşmenin ilk aşamalarında uhrevi, manevi saiklerle hareket edilirken ilerleyen süreçlerde dünyalık iş ve işlemlerde de birlikte hareket edilmesinin teşvik edildiği görülmektedir. İlk başlarda mantıklı, olumlu ve tümüyle masum istek ve hareketler olarak yorumlanabilecek bu davranışların bir süre sonra kontrolünün zorlaşacağı, dünya malının paylaşımındaki sıkıntılar, haset ve çekememezlik ile iç çekişmelere vesile ve belki de sebep olacağı tarihi vakalarla sabittir. Örgütün başındaki kişinin her hareketinin ve sözünün bir hikmetinin olacağı, sorgulanamayacağı düşüncesi ise zaman içinde örgütü daha da güçlü ve gizemli hale getirmektedir. Bu durumda ise komplo teorilerine girmeden konuyu akademik anlamda değerlendirmek zorlaşmaktadır. Gizemli ve olağanüstü güçlerle desteklenen bir lidere inanmanın üyelere katkısı ve teşvik edici rolü daha fazla olmaktadır. Tüm bu dini örgütlenmelerin devlet kontrolü ile hareket eder hale gelmesi ise hem günümüz sivil toplum kavramı hem de dinin öngördüğü serbestlik ve devlet adamlarından uzak durma kuralı ile çelişmektedir. Bu iki kutup noktasının ortasının bulunarak vasatın temin edilmesi gerekmektedir. Burada belki örgütlerin hukuki, siyasi, mali platformlarda kontrol edilmesi yeterli olacaktır, denebilir. Ama unutulmamalıdır ki, şeyh, imam veya hoca gibi örgüt başındaki kişinin her söylediğinin kanun olarak algılandığı bir yapılanmada bir süre sonra devlete karşı muhalefetin oluşabileceği öngörülebilir. Ayrıca devletin bazı uygulama veya yasaklarının örgüt kuralları ile çelişeceği durumların da olacağı hatırdan çıkarılmamalıdır ki bunların olduğu anlar yakın zamanımızda ülkemizde de yaşanmıştır. Bu durumda kaynaştırıcı görevi olan cemaatin ayrıştırıcı bir pozisyona geçmesi çok daha kolay olmaktadır. Bu konularda devletin otorite anlamında bir kurul-kurum oluşturmasının gerekli olduğu söylenebilir. Ama bu durumda da otoritenin dışladığı diğer gruplar ne olacaktır. Otorite kararlarını alırken hangi örgüt veya grubun kurallarını önceleyerek karar alacaktır. Bu anlamda laiklik kavramının anlamı işin içine katılabilir. Bu kavramın ülkemizde özellikle dinsizlik ile eşanlamlı kullanıldığı unutulmamalıdır. Bu da konunun farklı alanlara çekilmesine sebep olacaktır. Devletin otorite olmaktan ziyade hakem pozisyonunda bulunmasının daha doğru olacağını değerlendiriyoruz. Fakat hakemin uygulayacağı kuralları dayandıracağı zeminin kimden yana olacağı da ayrı bir tartışma konusudur. Bu noktada ülkemizde ki Sünni devlet anlayışının Alevilerce eleştirildiği akla gelebilir. Tarihte de bu tip çatışma ve ihtilaflara örnek olarak Osmanlı zamanında Bektaşi dergâhı olarak faaliyet gösteren yeniçeri ocağının devlete zarar veriyor endişesi ile yok edilmesi gösterilebilir. Kısacası iki tarafı değil, her tarafı keskin bir kılıçtan söz ediyoruz. Ama insanoğlunun da bir örgüte dayanarak yaşamını devam ettirdiği gibi bir gerçeklikle de karşı karşıyayız. Bu yüzden otorite ile birey arasındaki mücadele devam ederken, bizim de ortayı bulma çabalarımız devam edecektir.