19 HAZ 2025
Piyasalar

Beş Hayati Kelime

Punto: 18px12px

Etimolojik, Sözlük ve Deyim Manaları

1- İsimler, sözcükler ve kelimeler, tekâmül kanunu gereği önce somut eşyada
kullanılmışlardır; sonra soyut manalarda kullanılmışlardır. Dolayısıyla bir kelimenin
etimolojisini bilmek için o kelimenin sözlükte hangi somut manalara geldiğine bakmak
lazımdır. Mesela fakir kelimesinden türeme fikar kelimesi, insanın sırtındaki kuyruktan ta
kafaya kadar varan kemik motifleri demektir. Çünkü fakirin bu sırt kemikleri açıkça
görünürler. Fıkra kelimesi de buradan geliyor. Çünkü insan omurgasındaki her kemik grubu
bir fıkra ve bir bent oluşturur. Meşhur Hz. Ali’nin Zülfikar kılıcı ismi de buradan gelir, yani o
kadar güçlü bir kılıç idi ki Emevi kafirlerinin ve münafıklarının omurgasını paramparça
ediyordu.
Fakir kelimesinin soyut manası ise ihtiyacını hisseden demektir. Ve en büyük fakirlik de
insanın soyut, sonsuz değerlere olan ihtiyacını hissetmesidir. Tasavvufta buna ideal fakr denir;
ki, sayısal değeri 380’dir (19*20). Hem zirve iyinin hem de zirve kötünün sembolüdür.
Maddi fakirliğin son aşırı safhasına Osmanlıcada zaruret denir. Bu kelime ise Arapçadan
gelme ve seni zorla yasağa iten demektir. Farsçadaki zor kelimesi ile aynı manayı ve aynı
fonetiği paylaşıyor. Bilmiyorum hangisi daha önce kullanılmıştır. Zaruretin asıl manası zarar
kelimesidir. Evet zoru kullanan, yasağı, kanunu delen daima zararlı çıkar. Nitekim Y harfi ile
Fakîr kelimesi 390 ediyor. (13*30) Bu sayı ise uğursuzluğun sembolüdür.

2- Zafer: Bu kelime Arapçadan gelmedir. Somut manası, tırnak demek olan zifirdir. Yani eğer
sen düşmana tırnaklarını geçirmişsen zaferi kazanmışsın demektir. Düşman kelimesi de sana
musallat olan kişi ve hayvan manasına gelir, Farsça düş (musallat olma) ve kişi manasına
gelen men kelimesinden oluşmuştur. Düşmanlığın Arapça ve Osmanlıcası adavet kelimesidir.
Adavet ise, aşırı nefretten dolayı sınırı ve haddi aşmak demektir. İslam’da kötülüğü önlemek
için savaşa izin verilmiştir. Fakat savaş ile ilgili ayetlerin hemen ardında, sakın sınırı ve
hukuku çiğnemeyin, deniliyor. Evet, tarihte çoğunlukla savaşlar ve düşmanlıklar imha ve yok
etme tarzında gerçekleşmiştir. İslam Tarihindeki birçok savaş da böyle olmuştur. İsa ise
düşmanını dahi dostun gibi sevmezsen, iman etmiş olamazsın, demekle bu kapıyı kıyamete
kadar kapamıştır.

3- Şahit kelimesi, gözle ve kesin olarak bir olayı gören demektir. Bu şahitlikte, işitmek asla
geçerli değildir. Bu şahitlik işi eğer salt bilgide ise ona şehadet denir, “Ben Allah’ın birliğine
ve Muhammed’in onun elçisi olduğuna şahitlik ederim” sözündeki gibi. Eğer hukukta ise ona
şehitlik denir. Yani Şahit olan kişi hem o hukuk işini görmüş hem noter gibi bizzat işin içinde
olayı yaşamış olacak. Mesela, ben orada geçerken gördüm ifadesi şahitlik olmaz.

Cephede manevi soyut değerler uğruna ölenlere de şehit denir. Çünkü onlar kendilerini feda
etmekle, o manevi soyut değerleri bizzat yaşıyorlar ve öldüklerinin farkına varmıyorlar. Allah
da Kur’an’da daima kendine şehit diyor. Çünkü Allah, varlık ve hayat üzerinden kendini ve
kutsal değerlerini yaşıyor. Allah sonsuz olduğundan yaratılış da sonsuzdur, başı-sonu yoktur.
Mahkemedeki şahitlik için Kur’an iki özelliği hatırlatır, Maide suresinde:
A- Taraflar yani davalı ile davacı, şahitlerin şahitliklerini kabul etmeyebilirler. İşin içinde bir
art niyet, bir garaz var diye dava edebilirler.
B- Mahkeme, şahitleri yemine davet edebilir. Demek İslam’da gizli şahit veya duydum
tarzındaki şahitlik asla geçerli değildir.
Arapçada bala şehd de denir. Çünkü petekler dolunca kovanın ağzından bal akar ve bal
görünür hale gelir.
Kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğinin yarısı sayılması, sosyal hayatta aktif olmamalarından
kaynaklanıyor. Yoksa bu ayrım kişilik itibarı ile değildir. Çünkü Kur’an tam on yerde;
hukukta, imanda, kişilikte ve sevap kazanmada erkek ile kadını bir görüyor.

4- Yaz, kuru hava mevsimi demektir. Ayaz, kuru soğuk hava demektir. Yazı, kâğıt üzerinde
yazılıp kuruyan mürekkep demektir. Yazma, kadınların kutsal bir şeyler üzerinde yazdırıp
taktığı eşarp demektir. Bu kelime, yazma kitap manasında da kullanılır. Yazgı, insanın yazılan
manevi kaderi demektir. Gi eki mübalağa ve fazlalık manasını veriyor. Keşke bu kelimenin
asıl ve en baştaki kökenine inebilseydik. Fakat Türkçe hece dili olduğundan, o derinliğe inme
şansım yoktur.

5- Saat: Bu kelimenin ilk aslı saha ve sahat kelimesidir. Çünkü insanlık ilk önce güneş
saatlerini bulmuştur. Bu da meydanlık yerlerde, uygun sahalarda dikilen çubuğun gölgesinin
hangi rakama dönüşüne göre zamanı bilme aracıdır. Sonra mecaz olarak belli bir zaman dilimi
manasına gelmiştir. Kur’an’da bu manada kullanılmakla beraber daha çok dünyanın sonu
demek olan kıyametin kopması manasında kullanılıyor.
Evet, birçok saat çeşidi vardır. Güneş saati, kum saati, pilli saat gibi. Ve bunların içinde en
acayibi, biyolojik saatler ve insan ömrüdür. İnsan dünyada tekâmül ettiğinde, gece ve
gündüze, ay ve güneşe göre ayarlanmış saatler tıkır tıkır işliyor. Bu biyolojik saatlerde neden
mesela insan ömrü 90 senedir de kelebeğin ömrü bir gündür? Bunun izahı evrim süreçleri ile
ilgilidir. Yani türlerin bireylerinin ömrü, onların evrimleşme sürecinin kısaltılmış şeklidir.
Mesela insanın 9 aylık ana karnındaki yaratılışı ve doksan senelik ömrü ve ergenliğe kadarki
15-20 yaşı, türünün geçirdiği 9 milyon yılın hızlandırılmış halidir.
Bediüzzaman bunu şöyle formüle etmiş. “Bir şeyde bir canlıda tekâmül ve evrim varsa
mutlaka onun bir ömrü ve bir eceli olur. Kâinat özellikle canlılar, evrim kanununa bağlıdırlar.
Dolayısıyla onların da bir eceli vardır. Demek dünyamızın da kıyamet günü denilen bir eceli
olacaktır.
Allah diriliş gününün sahibidir: Gün lafzında, haşir ve dirilişin birçok işaret ve
emarelerinden hadsî (sezgisel) bir emareye (belirtiye) işaret vardır. Çünkü gün ve sene
arasında, insanlığın ömrü ile dünyanın devirleri arasında, açık bir münasebet ve tenasüb
(uyum) vardır. Günleri, saatleri, dakikaları, saniyeleri sayan saatin milleri arasındaki tenasüb
ve oranlar gibi...

İşte nasıl ki bir insan, dönüşünü tamamlayan bir mili görse, vicdanında hadsen ve ilhamen
anlar ki, diğer miller de geç de olsa devirlerini tamamlayacaktır. Aynen öyle de; gün ve sene
gibi zamanlarda tekrarlanan nev’in (tür) kıyametlerini gören insan, haşir gününün sabahında
her fert için saadet-i ebediye baharının doğacağını sezer; hadsen anlar. Çünki insanın herbir
ferdi (bireyi) diğer nevlerin (türlerin) umumî şahsiyetleri gibidir.
“Din”den murad ve maksad da ya mükafat ve ceza demektir. Yani hayırlı ve şerli amellerin
karşılıklarının göründüğü gün demektir. Veya din”gününden maksat, hakaik-i diniyenin (dinin
söylediği bilgiler) günü demektir. Çünkü o gün dinin vaad ettiği gerçekler açıkça görünürler.
Ve o gün itikad dairesi, esbab dairesine galebe eder. (İman alanı, nedensellikler alanını yener.)
Çünkü Cenab-ı Hak, irâde ve meşietiyle kâinatta bir nizam koymuştur. O düzen ve nizam ile
sebepleri müsebbebata (nedenleri sonuçlara) bağlamıştır. İnsanı da, tabiatı ve vehim ve hayali
vasıtasıyla o düzene müraat etmeye ve o düzene bağlanmaya zorlamıştır. Buna mukabil
melekut dairesinde (varlığın iç yüzünde) herşeyi kendine yönlendirmiştir. Mülk ve
saltanatında esbabın tesirinden tenezzüh etmiştir. Ve insanı da itikaden ve imanen, ruh ve
vicdanı ile bu melekut dairesine müraat etmeye mükellef kılmıştır. İşte dünyada esbap dairesi
itikad dairesine galiptir. Ahirette ise akaid hakikatleri tam tecelli eder. Daire-i esbaba galebe
çalarlar. (Herkes, orada Rabbinin yed-i kudretini açıkça görür.)
Hem anla ki; bu her iki daire için muayyen (belirli) bir makam ve hususi ahkâmlar (yargılar)
var. Onun için herbir dairenin hakkını vermek gerekir. İşte kim tabiatıyla, vehim ve hayaliyle
ve esbab ölçekleriyle esbab dairesi makamında (nedenler alanında) itikad (inanç) dairesine
bakarsa, Mu’tezile olmaya mecbur olur. Ve kim de itikad makamında ve iman mikyaslarıyla,
ruh ve vicdanıyla esbab dairesine bakarsa, bu bakışı ona bir tevekkül-ü tenbelîyi netice verir
(iman kisvesi altında onu tembel yapar). Ve bütün kâinatı tanzim eden meşiet-i İlâhiyeye karşı
temerrüd etmiş olur.” (Bütün evreni düzenleyen nedenselliklere karşı boşuna direnmiş olur.)
Bu iman ve nedensellik sorununu şöylece de çözebiliriz: Bütün nedenleri Allah’ın eli ve
parmakları bilip, onlara bilimsel yol ve yöntemlerle başvurup, nihai sonucu Allah’ın sonsuz
yazılımının tetiklemesinden yani iradesinden beklemek.

10.06.2025
Bahaeddin Sağlam