Piyasalar

Türkistan'da Tarihi Hileler

Punto:
Konunun derinliği sebebiyle bu yazı iki bölümden oluşacak. Birinci bölümde Türkistan coğrafyasının Ruslar tarafından işgali ve bu işgalin kalıcı bir üstünlüğe dönüştürülme çabaları sürecinde Türkistan coğrafyasında uygulanan hilelerden bazı örnekler anlatmaya çalışacağım. Bu bölümün konusunu işgal sürecindeki askerî hileler ile, daha sonra hakimiyetin pekiştirilmesi amacına yönelik sosyal, siyasî ve endüstriyel hileler oluşturacak. Tarihî arka planı böylece anlattıktan sonra ikinci bölümde. Türkistan Coğrafyasına daha sonraki yıllarda işletilmek üzere kurulan tuzaklardan bahsedeceğim. Bu bölümdeki konular ise ağırlıklı şekilde coğrafya ile alakalı olduğu için, anlatmak istediklerimi haritalar üzerinde açıklamaya çalışacağım. Aslında bu konudan yazılarımda, kitaplarımda bahsetmek, aynı şekilde konferans ve konuşmalarımda bu konuya değinmek bana hep acı vermiştir. Şu yazıya başlarken de yine aynı duyguları yaşıyorum. Çünkü bu konu, hep Rusların hile yaptığını ama bu arada bizim de millet olarak bu hilelere kandığımızı ortaya koyuyor. Elbette ki bu durum insana acı verir. Ama bunların mutlaka bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gerektiği kanısındayım. Bunları bilmez ve üzerinde düşünmezsek aynı hatalara düşmeye devam ederiz. Bunları bilmez ve üzerinde düşünmezseniz mesela; bir asır önce sizin coğrafyanızda sınırları cetvelle çizilen yeni devletler yaratan karanlık güçlerin bu oyunlarından ibret almazsınız ve tam bir asır sonra aynı coğrafyayı yeniden tanzim etmek ve aynı coğrafyada sizin dengenizi bozacak yeni devletler yaratmak isteyen aynı güclerin bir kez daha oyununa gelmekle kalmaz, onların bu projelerinde eşbaşkan olmakla öğünme gafletine düşersiniz. Ya da sizin her türlü milli ve uluslar arası meselenizde kayıtsız şartsız yanınızda duran İslam alemindeki tek lider Kaddafi’nin bu karanlık güçler tarafından katledilmesine kayıtsız şartsız yardımcı olursunuz. Böylesi vahim hataların yapılmaması için bu tarihi gerçeklerin iyi bilinmesi ve üzerinde düşünülmesi gerekir… Türkistan toprağı; üzerinde binlerce yıllardan beri Türklerin yaşadığı aziz topraklar………… Uluğ Türkistan; On milyon kilometre kareden daha geniş bir coğrafya üzerinde bugün üçyüz milyona yakın Türk nüfusunu barındıran büyük ve kutsal vatan. Bu kutsal topraklara Rus hançeri ilk defa 1552'de Kazan'ın istilası ile saplandı. Adeta bir insanın kalbi üzerinden hançerlenmesi gibi. Türk bedeninin aldığı bu ağır yaraya rağmen Ruslar Büyük Türkistan coğrafyası içerisinde sadece bir avuç içi mesabesinde olan Başkurdistan topraklarını ele geçirmek için yaklaşık ikiyüz yıl mücadele etmek zorunda kaldılar. Rus çarlığının bütün gücü ile yüklenmek pahasına ikiyüz yılda alabildiği bu mesafe belki fiziki manada çok küçüktü, ama müteakip yüzyıl boyunca bütün Türkistan toprağında hızla yayılarak tamamlanacak olan işgal planlarının hareket noktası ve sağlama alınmış cephe gerisi olması bakımından fevkalade büyük bir önem arz ediyordu. Nitekim Rus sömürgeciliği, müteakip dönemlerde aziz Türkistan toprakları üzerinde oynayacağı tüm oyunlarını bu son derece stratejik ilk mevziden harekete geçerek oynadı ve geçmiş 200 yıl içerisinde Türkistan topraklarında sadece bir adım mesafe alabilmiş olmasına rağmen, bundan sonraki yüzyıl içerisinde Büyük Türkistan coğrafyasının tamamına hakim oldu. Gerek Türkistan coğrafyasının Rus Çarlığı tarafından istilası ve gerekse Sovyet rejiminin bu topraklar üzerinde pekiştirilmesi sürecinde, Türkistan toprağı üzerinde oynanan Rus oyunları ve hileleri, sömürgecilik tarihinin en ibret ve utanç verici örnekleridir: - 1598 savaşında Rus ordusuna esir düşen (Kazak Hanı Tevekkel Han'ın yeğeni) Oras Muhammed'in Tevvekkel Han'a iadesi karşılığında, Ruslara karşı Sibirya Türklerinin başında istiklal mücadelesi veren Küçüm Han'a savaş açması için Tevekkel Han ile pazarlık yapılması… Bu pazarlık gereği Tevekkel Han, Küçüm Hana büyük kayıplar verdirdi ve Ruslar bu hizmeti karşılığında söz verdikleri gibi yeğeni Oraz Muhammed’i ona iade ettiler ama kafası gövdesinden ayrılmış olarak. - Başkurdistan'ın istilasından sonra çok önemli bir merhale olan Kazak bozkırlarının geçilebilmesi için, 1723 yılından itibaren çeşitli hile ve entrikalarla Kazak boy beylerinin birbirine karşı kışkırtılması, boy beylerinin her biri ile ayrı ayrı muhatap olunarak onlara adeta ayrı bir hanlık statüsü verilmesi görünümü altında, bu beyliklerin merkezi hanlık ile ilişkilerini bozarak her birinin ayrı ayrı yutulması, - 1846 savaşında Sultan Kenasarı komutasındaki Kazak birlikleri, iki koldan üzerlerine gelen kalabalık Rus orduları önünde güneye doğru çekiliyor iken, Rusların önceden daha güneyde yaşayan ve Kazakların mecburi geri çekilme hattı üzerinde bulunan Kırgız boyları arasına soktuğu casuslar ile "Kazakların, Kırgız topraklarını istila için güneye gelmekte olduğu" yalanının yayılması ve böylece bir süre sonra gerçekten güneye doğru gelmekte olduğu görülen Kazak birliklerine, topraklarını korumak telaşına düşen Kırgız beylerinin de güneyden saldırması temin edilerek, Kazak ordusunun iki ateş arasında imha edilmesi, - Gerek 2. Dünya Savaşı öncesinde ve gerekse 2. Dünya Savaşı sürecinde Kırım ve Kafkaslardaki Türk Boylarının "geçici bir tedbir" bahanesi ile yurtlarından sürülmesi, bu topluluklar içerisinde Türkiye ile en yakın sınır temasına sahip olan Ahıska Türklerinin yüzyıllardan beri yaşadığı bu yurtlarına bir daha asla döndürülmemesi, - Özellikle Sovyet yönetimi döneminde Türk Cumhuriyetlerinin alfabeleri ile sık sık oynanarak, bu cumhuriyetlerin gerek kendi tarihlerini ve gerekse birbirlerini takip edemez hale getirilmesi, - Sanayi ve üretim planlamasında özellikle Türk Cumhuriyetlerinin hiç bir sınaî üretim dalında ham maddeden tam mamule kadar entegre olmasına imkan verilmemesi, üretimin çeşitli kademelerinde her bir cumhuriyetin diğer cumhuriyetlere ve bu arada mümkün olduğunca tüm cumhuriyetlerin Rusya Federasyonu'na bağımlı hale getirilmesi... vs… vs… Bütün bunların, tarihin acımasız anaforları arasında kalleşçe tezgahlanan ve bir kısmı canlı izleri ile Türkistan coğrafyasında hala görünüp duran aşağılık ayak oyunlarından sadece bir bölümü olduğu malum. Her biri ayrı bir ibret öyküsü içeren daha niceleri var; - 1993 yılının başlarında Kırgızistan Cumhurbaşkanı Başdanışmanlığına atandığım zaman, oraya tam donanımlı gidebilmek için Kırgızistan’a gitmeden önce tüm imkanlarımı kullanarak Kırgızistan ile ilgili ulaşabileceğim tüm bilgilere ulaşmaya çalıştım. Tabii ki o dönemlerde şimdiki gibi internet imkanları yok. Aradığım bilgileri DPT, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Eximbank, Dünya Bankası ve IMF gibi kurumlardan almaya çalıştım. Bu çalışmam sırasında tüm kaynaklarda aynı şekilde yer alan bir bilgi çok dikkatimi çekmişti. Tüm kaynaklarda “Kırgızistan’da ekilebilir arazinin toplam araziye oranı %7 olarak görünüyordu ve bu çok düşük bir rakamdı. Böyle bir şeyin doğru olması için Kırgızistan topraklarının tamamen sarp dağlarla kaplı olması gerekirdi. Tüm kurumların raporlarında bu bilginin kaynağı olarak “Moskova İstatistik Enstitüsü” görülüyordu ve bu bilgi bana hiç güvenilir gelmemişti. Bu sebeple Kırgızistan’a gittiğimde ilk araştırdığım, daha doğrusu yerinde doğrudan ve dikkatle gözlemlediğim ilk konu bu oldu. Kırgızistan dahilinde Kuzeyden Güneye ve Doğudan Batıya yaptığım ilk uçak seyahatlerinde coğrafyayı yukarıdan büyük bir dikkatle inceledim. Evet, doğrusu bölgede Alatav adıyla bilinen bizim “Tanrı Dağları” dediğimiz dağların uzantıları gerçekten de zaten oldukça küçük olan ülke coğrafyasının tam orta kısmına kuzeydoğudan güneybatıya doğru yerleşmiş görünüyordu ama yine de ülkenin kuzey ve güney kesimlerinde yer alan ekilebilir arazi miktarı tüm kaynaklarda belirtilen %7 oranının en az 3-4 katı gibiydi. Moskova İstatistik enstitüsü Kırgızistan’da ekilebilir arazi oranını %7 göstererek, bu ülkeyi tarım ülkesi değil, hayvancılık ülkesi olarak planlamıştı. Ülkenin kuzeyinde ve güneyinde binlerce nehir tarafından beslenen, göz alabildiğine geniş verimli tarım alanları hayvan sürülerinin beslenmesine tahsis edilmişti ama bu arada ülke kendisine yetecek tarım ürünlerini üretemediği için bu konuda dışarıya muhtaç ve açlık tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Nitekim o yıllarda Kırgızistan’a Türkiye başta olmak üzere bazı ülkeler tarafından tarım ürünleri yardımı yapıldı. Cumhurbaşkanına verdiğim ilk raporda bu konuya özel başlık açarak; “Tüm ülke raporlarında kaynağı Moskova İstatistik Enstitürsüne dayandırılan bu bilginin doğru olmadığını, bu nedenle derhal ülkenin ilgili milli kurumlarından yetkililerin katılımı ile bir milli tarım komitesi oluşturularak Kırgızistan’daki ekilebilir arazi oranının yeniden belirlenmesini ve buna göre yeni milli tarım politikaları oluşturmak gerektiğini” ifade ettim. Bu uyarım Cumhurbaşkanı tarafından yerinde görülerek bir Milli Tarım Kömitesi kuruldu ve bu komitenin yaptığı çalışmalar sonucunda ülkedeki tarıma uygun ekilebilir arazi oranının %7 değil, %21 olduğu tesbit edildi. Bu tespitten sonra geliştirilen yeni tarım politikaları ile ülkedeki tarımsal üretim birkaç yıl içerisinde tam üç katına çıktı ve Kırgızistan 1997’den itibaren tarımsal üretimde kendi kendisine yetebilecek düzeye geldi. - Aynı dönemde Kırgızistan’daki bu abes durumun tam tersine geniş bozkırlarıyla hayvancılığa çok uygun olan Kazakistan coğrafyası Moskova tarafından bir tarım ülkesi olarak planlanmıştı ve Siriderya - Amuderya nehirlerinden su çekilerek sulanan Kazakistan bozkırlarında tarım yapılması zorlanıyordu. Uzun yullar boyu sürdürülen bu yanlış politikalarla bir yandan Kazakistan’da verimli bir tarım yapılamazken diğer yandan kaynakları kurutulan Aral Gölü çekilmeye, ve küçülmeye başlamış, 1961’de Aral Gölü kıyısında inşa edilen balıkçı barınakları bağımsızlık kazanılan 1991 yılında göl kıyısından 60 kilometre içerilerde kalmıştı. Kuruyan göl çevresinde oluşmuş tuz kütlelerinin etrafa yayılarak havaya karışması ve insanların bunu solumaları sonucunda bu göle yakın çevredeki coğrafyada çeşitli kanser hastalıkları başta olmak üzere salgın hastalıklar had safhaya ulaşmış, bu suretle bir insanlık dramına sebep olunmuştu. - Hoca Ahmet Yesevi’nin yetiştiği ve halen türbesinin bulunduğu tarihi YESİ şehrine TÜRKİSTAN adı verilmesinin de yine hile içeren garip bir öyküsü var ve bu hikaye Sovyet dönemini de aşarak Çarlık dönemine uzanıyor. Rusların bu coğrafyaya egemen olduğu 19. Yüzyıl ortalarında Hoca Ahmet Yesevi bölge halkı yani Türkler tarafından “PİR-İ TÜRKİSTAN” adıyla anılıyordu. Yani Uluğ Türkistan’ın Piri Hoca Ahmet Yesevi… İnsanlar uzak yakın yerlerden gelerek Hoca Ahmet Yesevi’nin türbesini hürmetle ziyaret ediyor ve ondan “PİR-İ TÜRKİSTAN” adıyla bahsediyorlardı. Bu durum toplumda büyük bir birlik ve birliktelik algısına sebep oluyordu. Çünkü ortada bir büyük TÜRKİSTAN coğrafyası vardı ve bu büyük coğrafyanın birliğini temsil eden “PİR-İ TÜRKİSTAN” da bu türbede yatıyordu. Buna bir çözüm bulunmalıydı ve nihayet 1850’li yıllarda bir sabah uyanan YESİ halkı, Çarlık yöneticileri tarafından şehrin girişindeki YESİ tabelasının sökülüp yerine “TÜRKİSTAN” yazılı bir tabela konulduğunu gördüler. Amaç Hoca Ahmet Yesevi’yi Büyük Türkistan Coğrafyasının Piri olmaktan çıkartıp, onu TÜRKİSTAN adındaki küçük bir kasabanın piri haline getirmekti. Ama bu hile girişimi, Türkistan coğrafyasında yapılıp da tutmayan bir hile olarak tarihte yerini aldı. Çünkü Hoca Ahmet Yesevi’nin Türk toplumu üzerindeki tesirleri hile kurucularının zannettiğinden çok büyüktü ve bu tedbir Hoca Ahmet Yesevi’nin Piri Türkistan adıyla büyük Türkistan coğrafyasına yayılan birlik ve birleştiricilik sinyallerini bozamadı. Üstelik yıllarca büyük Türkistan ve TURAN hayalleriyle yaşayan nicelerinin o coğrafyaya giderek “TÜRKİSTAN” tabelası önünde selam durmaları da yıllardan beri bu hileyi kuranların yüreklerini yakmaya devam ediyor. Türkistan topraklarında bir de Ruslar tarafından gelecekte işletilmek üzere veya geleceği Rus çıkarlarına göre şekillendirmek üzere kurulmuş tuzaklar var. Bunları da yazımızın devamında “TÜRKİSTAN COĞRAFYASINA KURULAN TUZAKLAR” başlığı altında ele alacağız.