Piyasalar

TOPLANIN GİDİYORUZ

Punto:

Yıllar önce Sapanca/Kırkpınar’da bir yazlık almıştık.Özel nedenlerden dolayı bir kaç yıldır kullanmıyorduk.
Bayramın ikinci günü gittik.
Maalesef doğa büyük bir hızla tahrip edilmiş.
Yanı başımızda tam 100 ( bir de yazıyla yazayım yüz) dönüm büyüklüğünde bir site yapılıyor.
Bu tahribatın hukuki/ahlaki boyutu bir tarafa,hiç mi estetik kaygınız olmaz.
Göçebe kültür “doğa tahrip edilmekle tükenmez” bilincine sahiptir.
Bu durumda kızılderili liderinin Abd başkanına yazdığı mektubu hatırlamak lazım.Son ağaç yok olduğunda oturup hep beraber paralarımızı yeriz her halde.
Neden böyleyiz?
Hadi bozkır imparatorluklarını kuran atalarımızı 3 kelimeyle tanımlayalım.
Göçebeyiz,yağmacıyız ve savaşçıyız.
Ha birde sultansız yapamayız,o da başka bir yazının konusu.
Değiştik mi,bence hayır.
Sosyokültürel değişim ile genetik değişim paralel seyretmeyebilir.

Şehirlerimize,estetik algımıza baktığımızda hala göçebeyiz.Niye piknik yaptıktan sonra pisliğimizi bırakıp gideriz.
Herkes kendi çapında hala yağmacı.Bir makama atandığımızda;ihaleleri eşe dosta dağıtmamız,
yedi sülalemizi işe almamız,etinden/sütünden yararlanmaya çalışmamız,hazine arazilerine çökmemiz,devlet malını deniz olarak tanımlamamız,vergi kaçırmamız,kaçak elektrik kullanmamız,hep torpil aramamız,hakkımız olmayan her şeye el uzatmamız vs .
Karşılaştığımız problemleri çözmede başvurduğumuz araçlar  da savaştan vaz geçmediğimizi gösteriyor.

Savaşçı kimlik tek başına gerekli/faydalı gibi görünse bile “yağma”ile bütünleşmesi hep problemdir.
Gerçi geçmişte bütün krallar ya ettiler yada kasap.Başka yolu yok gibiydi.İlk yerleşik düzen denemesini yapan Uygurlar(745-840)ile uygarlaştık (uygarlık kelimesi Uygurlar’dan gelir)ama hızla savaşçı kimliğimizi kaybedip yıkıldık.
Ama devam eden bu “bütünleşme” bugün bizim medeniyet yolcuğumuzum altını oymaya devam ediyor.

Biz ne zaman yerleşik düzene geçtik,hadi 10.yy diyelim.
16.yy a kadar bizim Vasallığımız sayılabilecek Rusya’ya(slav köle demektir)bakın,neleri başardı.Avrupa medeniyetinden hiç bahsetmeyeceğim zaten.
Düzel(t)mek için bizim de aslında bir “deli”ye ihtiyacımız var galiba.
Çünkü normal politikalar değil, bizi ancak bir “yaratıcı yıkım” bu sarmaldan kurtarabilir.
Eğitimde işe yaramıyor,sahaya indiğinde herkes araziye uyuyor/duruluyor.

Siyah bir erkek ile beyaz bir kadın evlendiğinde çocukları melez olur.Bu melez çocuk ve ondan gelen 7 kuşak beyaz bir kadınla evlenirse 8. kuşak beyaz olur ve siyah genler çekinik(pasif) gene dönüşür.Ama kesintisiz olması kaydıyla.
4.kuşak tekrar siyah bir kadınla evlenirse sıra yeniden başlar.
40 kuşaktır yerleşik düzene geçmiş olmamıza rağmen genetik kodlarımız bu kesintiler nedeniyle yeterince değişmiyor.
Belli kişi/dönemler için “ilahi nizam” anlayışı bizleri meşru sınırlar içine almış olsa bile sürdürülebilir olamıyor maalesef.

Çocukları kreşten alırken hoca hanıma,” bu hafta neler yaptınız” diye sordum.”subhanekeyi öğrettik” dediğinde “bunu bizim caminin imamı da öğretirdi,keşke çocuklara sıraya girmeyi ve bunun önemini öğretseydiniz” dediğimde tebessüm etmişti.Hoca hanım gelmeden başka bir hoca bahçede çocukları sıraya sokmaya çalışıyor ama çocuklar bir türlü sıraya girmiyorlardı.Orada başlayan/mayan bu serüven ömür boyu devam ediyor aslında.
Sıra kültürü medeniyetin en önemli göstergesidir.
Zira içinde bizim göçebe,yağmacı ve savaşçı kimlik kodlarımızı barındırmaya devam ediyor.

Başarı “sürekli değer yaratmak”tır.
Göçebe genlerde “sürekli” diye bir kavram olamayacağından her işi “geçici”dir.Bir “değer”de yaratamaz.
Uzun vadeli kara değil bir atımlık vurguna odaklanır.Onun için yeterince iş ahlakı da oluşmaz.
Merak ediyorum acaba,birey/kurum/devletlerin kaç yıl vadeli plan/proje yaptıklarını gösteren bir çalışma var mi ve biz kaçıncı sıradayız.

“Hadi toplanın gidiyoruz” kodları; plan/proje yapmanızı,torunlarımıza bırakmak için miras oluşturmamızı,bizden olmayanlar ile birlikte yaşama kültürü (demokrasiyi)edinmemizi,sanatı/edebiyatı,kurumsallaşmayı,ehliyet/liyakatı da anlamsızlaştırır.
Yani bu genler ne başarı nede medeniyet üretir.

Son tahlilde insanın bir “zemin”i, bir de “ufku”olmalı.Zemin,yaşadığı zaman/mekan,Ufku ise gelecek tahayyülüdür.
“hadi kazığı çakın,artık hiç bir yere gitmiyoruz”diyebilmek,zemin ve ufuk kavramlarının yoldaşlığına bağlıdır.

Hülasa,Talan ettiğiniz bahçelerden size çiçek açmasını beklemeyin